25 Aralık 2018

26 Aralık 1918:İstanbul’un Esaret Günleri ile İlgili Raporun Yayınlanması

Dört yıl savaşın her türlü acı ve ızdırabını yaşayan İstanbullular için şimdi bir de beş yıl sürecek yabancı işgali dönemi başlamıştı.Bu yokluk günlerinde  İstanbul'da kötü yönetim zirveye çıkmış insanlar varlık ile yokluk arasında mücadele vermeye başlamışlardı.

Prof. Dr. Hakan Özoğlu, İstanbul'un o zor günlerini Amerikalı diplomatların raporlarından naklediyor:26 Aralık 1918 tarihli rapor, İstanbul'a gönderilecek Amerikalı diplomatlara bilgi mahiyetinde yazılmış bir doküman. Raporda şöyle deniliyor:Halkın çok büyük bir çoğunluğu sefalet içinde... Enflasyon, savaşın başladığı zamana göre yüzde bin artış göstermiş durumda... Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasının üzerinden beş hafta geçti. Şu ana kadar henüz büyük bir bulaşıcı hastalığa rastlanmadı ama şehir çok kirli.İstanbul'da su, elektrik, tramvay ve şehir hatları servislerinin verilebilmesi için yaklaşık 1200 ton kömüre ihtiyaç vardır. Almanlar yakın zamana kadar şehre günde 300 ton kömür gönderiyordu ama savaş bittikten sonra bu durdu. Zonguldak'ta Osmanlı ordusunun disiplini altında çalıştırılan kömür madencilerinin çoğu savaştan sonra işi durdurdu. İstanbul'daki kömür stokları hemen hemen eridi. Geçen Kasım ayında (1918) üç haftalık bir süre ile şehre elektrik verilemedi. Suyun da şehre ancak günde birkaç saat verilebildiğini anlatan Heck, şehrin sokaklarının bu yüzden temizlenemediğini anlatıyor.

Fowle'un raporunda da başka tesbitler yer alıyor: "Boğaz'daki vapur seferleri de kömür eksikliği yüzünden düzenli yapılamıyor. Kömür bulup sefer yapan birkaç tekne ise tepeleme dolu ve çok tehlikeli seferler yapıyor ama şu ana kadar henüz kaza olmadı. Trenler de bu krizden nasibini aldı ve seferlerin çoğu yapılamıyor. Bunun neticesi olarak da Anadolu ve Trakya'dan getirilen tahıl gibi önemli gıda maddeleri şehre ulaşamıyor. Bu da şehirdeki kıtlığın ve enflasyonun önemli sebeplerinden biri."  (Özoğlu,2015)

O günlerin İstanbul'unu anlatan en çarpıcı  gözlemlerden biri Tarık Zafer Tunaya'ya ait:Mütareke İstanbul'unda birkaç tip insan vardır. Birinci tip, büyük çözülmenin rüzgârından bir zafer havası çıkaran yabancılar ve onlarla işbirliği eden azınlıklardır. Bunlar arasında kendilerini öyle kabul edenler de vardır. Yabancılar büyük kentin yaşamına egemendirler. Askerlere evlerin bir iki odası ayrılacak, “umumi vasıtalarda” bedava gidip geleceklerdir. Mondros adasına yolcu edilen heyetin uğurlandığı gün Beyoğlu bayram etmektedir. Mağaza vitrinleri yabancı ve Yunan bayraklarıyla donanmıştır. Herkes sarılıp öpüşmekte, göğüslerini İngiliz, Fransız kokartlarıyla donatmaktadır. Başkan Wilson'un “Prensiplerine” Rumca Neologos gazetesi bir karikatürü ile yeni bir yorum getirmektedir: Wilson'un attığı toptan çıkan gülle Venizelos şeklinde Ayasofya Camiinin kubbesinin üstüne oturtulmuştur. Gazeteler Rumca başlıklarının altındaki Türkçe ismi kaldırmış, Rum okullarında Türkçe dersleri kaldırılmıştır. (Tunaya,1989:7)

26 Aralık 1938: İnönü'nün CHP'ye Değişmez Genel Başkanı Olarak Seçilmesi

İsmet İnönü, önce TBMM tarafından ülkenin yeni Cumhurbaşkanı, daha sonra 26 Aralık 1938'de olağanüstü toplanan Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) kurultayı tarafından da partinin ‘değişmez genel başkanı' olarak seçildi. Bu unvanlara ek olarak, dönemin bazı Avrupalı liderlerinin modasına uyarak, kendisine ‘milli şef' unvanı verilmesini sağladı.

Değişmez Genel Başkanlığın Partide Tesisi şu maddelerle olmuştu:

Madde 2 - Partinin banisi ve ebedi başkanı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan Kemal Atatürk'tür. Madde 3 - Partinin değişmez genel başkanı İsmet İnönü'dür.

Böylece ülke idaresi tek elde toplanıyor, (bir nevi tekelleşiyor) hem hükümetin hem partinin idaresi İsmet İnönü'ye devrediliyordu.Ekinciye göre; “Bir hukuki ve resmî safha olarak ortaya çıkan bu vaziyet İsmet İnönü başkanlığındaki kişi saltanatını olağanüstü yetkilerle donatarak bir mânâda monarşik bir idare ortaya çıkarmıştı.” (Ekinci,1997:130)

 Dönemi anlatan kaynaklarda “Ülkedeki bu idare anlayışının devrin İtalya, Almanya, İspanya gibi faşist ülkelerini bir taklid olduğu Adolf Hitler'in Alman ulusuna sunduğu ‘Eine Volk, Eine Parter, Eine Fuhrer' sloganının ‘Tek Millet, Tek Parti, Tek Şef' olarak uyarlandığı” (Karatepe,1993:46) kayıtlıdır.

 Her ne kadar Milli Şeflik “o gün yürürlükte olan Anayasal düzen içinde yeri olmayan bir müessese olsa da” (Yetkin,1997:173) “İsmet İnönü'nün bu mefhum etrafında müteşekkil müesseseyi bizatihi istediği ve bir müessese haline getirdiği” (Akandere,1998:458) bilinen bir gerçektir.