03 Ağustos 2015

Çözüm sürecine Nihal Atsız formülü!

7 Haziran seçimlerinin hemen ardından yazdığım bir yazıda ani yükselen Kürt nefretini dikkat çekmiş bilhassa vicdanlı Türklerin bu süreçte aklıselim bir tutum sergilemesi gerektiğini ifade etmiştim. Çünkü AK Parti'nin oy kaybetmesi üzerine Kürtlere "hain, nankör, korkak, satılmış..." türünden bir yığın suçlamalar yapıldı. Bu durum kuşkusuz geri kazanmamız gereken samimi Kürtler üzerinde olumsuz bir tesir bıraktı. Oysa Türk-Kürt ittifakını, birlikteliğini bozmak ve bu iki kadim halkı çatıştırmak üzerine bir tezgâh hazırlanmıştı. Ve bu büyük oyun hala devam ediyor. Bilindiği gibi PKK bugüne kadar yapılan müzakerelerde samimiyetsiz bir tutum sergiledi. Atılan tüm adımlara ve Öcalan'ın tüm çağrılarına(bu çağrılar ne kadar samimi ne kadar tesirli ayrı bir tartışma konusudur) rağmen silahları bırakmadı. Kısacası KCK yönetimi ortada hiçbir çatışma gerekçesi kalmadığı halde sudan sebepler uydurarak ateşkesi bozdu. Bozmakla kalmadı sadece son 7 ay içerisinde 657 saldırı gerçekleştirdi. Buna karşılık devletin yaptırımı haklı olarak ağır oldu. Ve bu meşru bir haktır. Eş zamanlı olarak terör örgütlerine operasyonlar düzenlendi. Aynı zamanda da birçok ilde terör örgütü mensupları gözaltına alındı. Operasyonlar devam ediyor. Devlet, PKK silah bırakana kadar bu operasyonları yürüteceğini söylüyor. Evet, bu bölüm devletin ve güvenlik güçlerinin işi... Gereği neyse yapmalıdır.

Bu süreçte bize düşen sorumluluk duru bir zihinle nefret dilinin yaygınlaşmasını önlemek, bölgede huzur ve barış ortamının tesis edilmesi içinyapıcı önerilerde bulunmak olmalıdır. Kısacası bu operasyonların farklı bir ırka olan kin ve nefreti artırmaması için ne gerekiyorsa yapmalıyız. En önemlisi de dindar, samimi, ehl-i vicdan sahibi Kürt dostlarımızı incitmememiz gerekiyor. Ne yazık ki bu hassas süreçte aklı başında zannettiğimiz birçok insanın bile milliyetçilik damarının bir hayli kabardığını üzülerek şahit olmaktayız. Son günlerde ayranı kabaran Türklerin neler yapabileceğine dair inanılmaz tehditler okuyoruz. Anlayacağınız Türkçülüğün yeniden imal edildiği tuhaf bir dönemden geçmekteyiz. Sosyal medyada buna dönük çok sayıda örnek var. Bakınız Yeni Söz Gazetesi'nin Ankara Temsilcisi Zihni Çakır meseleye nasıl yaklaşıyor? Zihni Çakır; "Kürtler HDPKK'ya yardım ve yaltaklığa devam ederse 1915'te Ermenilere uyguladıkları aynı akıbeti yaşamaya mahkûm olur" diyor. Özgürlükçü bir lise talebesinin (Mustafa Aykol) kendisine bu tür ifadelerin Nihal Atsız gibi Türkçülükte zirve yapmış birine ait olduğunu hatırlattığında ise cevabı; "Onlar gibi düşünebiliyorsak ne mutlu bize.." oluyor. Bu talihsiz açıklamanın neresinden baksak bilmiyorum. İsterseniz Nihal Atsız'la başlayalım..

Nihat Atsız Türkçü bir neferi Türk soyunun üstünlüğüne inanmış biri olarak tarif eder. Ona göre Türkçülüğün en büyük görevi Türklüğe hizmettir. Bunun da baş şartlarından biri, çevresinde bulunanlara Türklük sevgisini aşılamaktır. O, yorulmadan, bıkmadan, Türk soyunun üstünlüğünü anlatacak yabancıların tehlikesini söyleyecek, Türk ahlakının gereklerini bildirecektir. Nihat Atsız doğal olarak inanılmaz bir Kürt düşmanıdır. O da bugünkü bazı yazarlar gibi Kürtlere şöyle haykırıyordu: "Türk milletinin başını belaya sokmadan, kendileri de yok olmadan çekip gitsinler! Nereye mi? Gözleri nereyi görür, gönülleri nereyi çekerse oraya gitsinler. İran'a, Pakistan'a, Hindistan'a, Barzani'ye gitsinler. Birleşmiş milletlere başvurup Afrika'da yurtluk istesinler. Türk ırkının aşırı sabırlı olduğunu, fakat ayranı kabardığı zaman Kağan Arslan gibi önüne durulmadığını, ırkdaşları Ermenilere sorarak öğrensinler de akılları başlarına gelsin."

Nihal Atsız sırf Türk olmadığı için cumhuriyet döneminin önemli âlimlerinden Said Nursi'yi de çok ağır hakaretlerde bulunmuştu. "Nurculuk, "Saîd-i Nursî" adında cahil bir Kürdün peşine takılmış cahil bir sürü, Nur risalesi talebeleri de Saîd-i Nursî"nin o çetrefil ve cahil Kürt Türkçesiyle yazdığı risaleleri atom fiziği ve Einstein nazariyesi okur gibi toplanıp okuyan bir yığın zavallıdır" diyordu.

Bu fikir adamı(!) maarifle de alakadar olmuş ve eğitim bakanlığına şu tavsiyelerde bulunmuştur."Ceza bütün şiddetiyle okullara girmeli ve kötü aile muhitlerinde yetişen veya şahsen fenalığa istidadı olan çocuklar yaptıkları hareketlerin mukabelesiz kalmadığını görmeli ve iyi çocukların da bozulmasının önüne geçilmelidir. Ortaokullarda askerlik dersi nazari ve ameli olarak çoğaltılmalı ve ciddi tutulmalıdır. Talebe askeri kanunlara ve cezalara tabi olmalı ve mektep üniformasını giymeğe mecbur edilmelidir. Okullar birer kışla haline gelmeli, hatta liselerin müdürleri yüksek rütbeli subaylardan olmalıdır..." Nihal Atsız'ın yaklaşımı budur. Ve bu yaklaşımın bugün artık hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Beni üzen Zihni Çakır gibi aklı başında biri nasıl olur da Nihal Atsız'ı örnek alır ve tarihte yaşanmış böylesi vahim bir hadiseyle(tehcir)  Kürtleri tehdit eder anlaşılır gibi değil. Bu kırılgan dönemde bilhassa dindar-muhafazakâr kesim tarafından yapılan o denli milliyetçi ve ulus devletçi yorumlarla karşılaşıyorum ki insan ister istemez gerek Veda Hutbesi'nde ve gerekse Kur'an'da beş kez üst üste ısrarla vurgulanan "suçun şahsiliği" ilkesine ne oldu diye sorası geliyor. 

Demem o ki; bir taraftan terörle mücadele kararlı bir biçimde yürütülürken diğer taraftan da Kürt Türk dostluğunu pekiştirecek yapıcı bir dile ihtiyacımız var.Ve ne yazık ki bu dili sayıları çok az olan yazardostumuz dışında daha henüz göremedik...Oysa bizler dindar, samimi Kürt dostlarımızı İncitmemeye özen göstermeliyiz..

@sivildemokrat

ufukcoskunn@gmail.com