Diyarbakır yanıyor

Geçen hafta Diyarbakır'daydım.

“Kim ne diyor, bölgede durum nasıl” bizzat şahitlik etmekti amacım…

Sur'un dar sokaklarında dolaştım, polis kontrolündeki Gazi Caddesi'ne girdim.  31 gün ibadete kapalı kaldıktan sonra sadece öğle ve ikindi vakitlerinde açılmaya başlanan Ulucami'de namaz kıldım. Esnafla, bölge sakinleriyle, evlerini terk etmek zorunda kalanlarla, kentin okuyan/yazan kesimiyle, polislerle konuşma imkânı buldum. Harcı acıyla karılmış tarihî surlara çıktım. Barut kokan havasını teneffüs ettim Sur ilçesinin. “Bir dokun bin ah işit” derler ya tam da o durumda Diyarbakır halkı.

Tuzaklı hendeklerle köstebek yuvasına dönmüş mahallelerden durmaksızın silah sesleri yükseliyor. Zırhlı araçlardan yapılan atışlara, bombalı hendeklerden yükselen patlamalar ve kalaşnikof sesleri ekleniyor. Ekranlardan gördüğümüz yüzünü herkes biliyor aşağı yukarı, anlatmaya gerek yok.

Bir de görmediğimiz yüzü var. Çocukların sokaklarda ölümle burun buruna dolaştığı, akşamları herkesin bir an önce evine çekilme telaşı yaşadığı, 40 binden fazla insanın hayatını altüst eden yüzü…

Evini terk etmek zorunda kalan aileler çaresiz. Çoğu düzgün bir işe ve sabit gelire sahip değil. Özelikle Sur'da seyyar satıcılık yaparak geçinenler tamamen işsiz. Geride bıraktıkları evlerine ne olacağını bilmiyorlar.

Konuştuğum kadınlardan biri, doğuma 2 buçuk ay kala bebeğini kaybettiğini anlatıyor, çatışmalar sırasında yaşadığı korku nedeniyle.

Bir başkası, 1 litre süte günlerce su katarak bebeğini doyurmaya çalıştığını söylüyor.

Yaşlı kadınlar ellerini açıp dua ediyor. Hayat tecrübeleri acıları dillendirmenin pek de işe yaramadığını çoktan öğretmiş onlara…

Kadınlar çaresiz ama erkeklerin durumu daha zor, daha ağır.

Dağa çıkan çocuğundan 2 yıldır haber alamadığını anlatıyor 8 çocuklu baba. Oğlunu verdiği teröre, evini vermemek için uğraşıyor şimdi. Sokağında vızıldayan kurşunlara inat, Sur'un orta yerinde yaşıyor ailesiyle birlikte…

Esnaf kan ağlıyor. Haftalardır ekmek tekneleri kapalı, mahalleye giriş çıkışlar kontrollü olduğu için içerideki depolarda kalan ürünlerine de ulaşamıyorlar. Evlerine ekmek götürememenin utancıyla başları önde...

7'den 70'e herkes korkuyor. Kimi PKK ve uzantılarından, kimi 40 yıl öncesinden bu yana düşman bellediği devletten, kimi çok yakında geleceğine inandığı daha zor günlerden…

Küçük bir caminin imamıyla konuşuyorum, cübbesini kaldırıp belindeki silahı gösteriyor usulca. “Namazı bile silahla kıldırıyorum artık” diyor saldırıya uğrama korkusuyla.

Gazi Caddesi'nde, çatışmaların birkaç sokak ötesinde garip bir kadınla karşılaşıyorum. Ben sormadan o başlıyor anlatmaya… “6-8 Ekim olaylarında Yasin Börü ile birlikte şehit olan Cumali Güneş'in ablasıyım” diyor, PKK'ya, HDP'ye küfürler savuruyor.

4 ayaklı minarenin sokağına götürdü ayaklarımız bizi… “Ayaklarından vurulan” minare için kaygılanmanın bedelini “başından vurularak” ödeyen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi'nin can verdiği mekâna 40-50 metre uzaktan bakıyoruz hüzünle. Bu sırada polisten uyarı geliyor, “orada durmayın, her an bir kurşun gelebilir”…

Yaşlı bir esnaf, YDG-H'li gençlerin bölge halkına baskısından dert yanıyor “ben” derken göğsüne vurarak: “17 yaşındaki çocuğun eline vermişler keleşi, “ben” diyor, kendini büyük güç sanıyor”…

Sur'un kenar mahallelerinde kadınlar ürkek dolaşıyor sokaklarda. Hepsi işini gücünü bir an önce bitirip eve dönme telaşında ancak evleri de güvenli değil. Kahvaltı sofrasına isabet eden bombayla hayatını kaybeden Melek Alpaydın'ın İskenderpaşa mahallesindeki evine gidiyoruz. Ev kapalı, annesiz kalan çocukları akrabalarına sığınmış. Komşu kadınlar, her an rotasını şaşıran bir merminin hedefi olmaktan korktuklarını anlatıyor pencere aralarından.

Mahalle dışında görüştüğüm bir başkası, hükûmeti suçluyor. “Operasyonların amacının terörle mücadele değil, Erdoğan'ın iktidarını güçlendirme çabası” olduğunu iddia ediyor ve çözüm sürecine dönülmesini istiyor.

Bir başka esnaf “bunlar barajı aştılar barbarlık çıkardılar, özerklik çıkardılar” diyor öfkeyle ve utanarak anlatıyor kaç haftadır evine ekmek götüremediğini.

Konuştuğum herkes, kendi penceresinden gördüğü Diyarbakır'ı anlatıyor. Hepsinin sevdiği, desteklediği, sevmediği insanlar, gruplar, güçler başka başka ancak hepsinin özlemi ortak.

Diyarbakır'ın ciğeri yanıyor ve kandan beslenenler dışında herkes “barış” istiyor…