29 Mart 2020

DÜN TUFAN BUGÜN SALGIN: EY İNSANLIK ŞUURU! HÂLÂ MI UYANMADIN?

Musibetler zinciri, halka halka genişliyor. Köhne dünya adeta hapşuruyor lâkin hamdetmiyor. Ve bizler 'yerhemukallah' demeyi unuttuğumuz için Allâh da dünyaya merhamet etmiyor. 

Burası dar-ı dünya…
Gelen gider, konan göçer!..
Bir bakmışız dün okyanus olan yerler, bugün çöl… çöller, okyanus olmuş.
Daimi bir oluş ve bozuluş...
Nice helâk olmuş kavimlerin hikâyeleriyle büyüdük.
Bir zamanlar adı Lut Gölü olan bir su parçası varmış. Bugün adı Ölü Göl…
Lut kavminin hayâsızlığını hatırlamasın diye insanlar, hikayeler gömülmüş suların olanca derinlerine.
Bir varmış, bir yokmuş; Allâh'ın kavmi çokmuş.
Gün gelmiş, çoklar yok olmuşlar.
Niye 'yok' olmuşlar? Sebep aynı; sadece helâk tarzları farklıymış.
Dik kafalılıklarından, söz dinlemediklerinden,
merhametli rehberlerine kulak asmadıklarından, var olma haklarını kaybetmişler.
Ya tufanlar, ya volkanlar, ya sarsarlar, engin mi engin fırtınalar, ya zelzelelerle kopmuş kıyâmet. Nüfus büzülmüş. Kurumuş bir hurma yaprağı gibi olmuş dünün mamur beldeleri. Ne Firavun ne Haman; ne Asaf ne Süleyman …
Kimseye kalmamış dar-ı dünya; kalmayacak da. Bilmeyen mi var? Yok. Peki nedendir bu amansız kavga? Kim kışt diyor kimin tavuğuna durup durup?

Kabil, Habil'in nasibine düşen kızı istemiş. Kendi nasibine razı olmamış. Kıskanmış Habil'i. Çünkü Habil iflah olmaz bir iyi adammış. İyi adam olduğu için de nasibine hep iyilikler düşermiş.

Kabil, nasipsiz olduğu için mi razı olmamış Hakk'ın taksimine, yoksa kendine ait olmayana göz dikince mi küstürmüş nasibini? Bunu hiç bilememiş. Zaten derin konular üzerinde düşünmeyi hiç sevmezmiş. "Hikmeti var Cenâb-ı Hakk'ın" demeyi bilmediği için hikmeti göremez, hayır ona şer kesilirmiş. Tek bildiği, Habil'i öldüresiye kıskandığı imiş. Zaten bütün ana babalar da en çok iyi olan evlâdı severmiş…

Kabil ne yapsa bu dünyaya sığamamış. Çünkü bu dünya, Habil'le ikisini almayacak kadar darmış. Ve nihayet Habil'i yani içindeki iyi tarafını toprağa gömmüş. Fakat o da ne? İyi adamlar, iyi atlara binerek bir bir varlık sahnesinde 'var' oluyor, bir ağızdan "Hepimiz bir Habiliz" diyerek atlarını şaha kaldırıyorlarmış.

Habil'in inanmış iyi adamlığı, Kabiloğulları için hâlâ hesap edilemez bir muamma olarak kalmaya devam ediyor. Bir mayın gibi her an bir iyilik patlak verebiliyor ayağını bastığı yerden. Onlar, hâlâ kader tavuğunun verdiği bir altına razı olarak ekmeğini kardeşiyle bölüşmeye devam ederken, muhteris Kabiloğulları kendi tavuğunu çoktan parçaladığı için Habil'in tavuğundan gözünü alamıyor. Tavuğuna kışt demekle de kalmıyor, yapay Habiller türeterek, türünün yüz karası olmakta markalaşmaya doğru ilerliyor.

Fakat ne hikmetse, ne yapsa Habil'in iki kaşı arasındaki o güzelim iman barkotunu kazıyamıyor. Habiller, kader reflektöründen ışık hızıyla geçerek, yıldızlara karışıyor. Bütün ordusu yıldızlar gibi parlak, karanlık geceleri gündüz eden En İyi Usta ise mütemadiyen iyi adamlar üretmeye devam ediyor.
Üretenler ve türetenlerin bu savaşı hiç bitmeyecek. Kara öküzün üstündeki bir beyaz tüy kadar az olsalar da üretenler, alınlarındaki iman çipleriyle, Kabillerin kontralörlüğüne gülüp geçecekler.

Hz Ali Sultan kerremallahu veche diyor ki: Mahlûkatın en kuvvetlisi dağlardır.
Dağları delmesi bakımından onlardan kuvvetlisi demirdir. Ateş de demire galebe eder.
Su da ateşi söndürür. Bulutlar su ile yüklenirler. Rüzgar bulutları götürür. İnsan yaptığı binalarla rüzgâra karşı siper edinir. Uyku da insana galebe eder. Ölümse hepsine birden galebe eder.

Habil soylu bütün iyi adamlar, ölmeden evvel ölmeyi doğmadan öğrenen bu şerbetli nesil, insanlık Kabesini yeniden Beyt-i Mamur eyleyecek güçtedir.
Eskilerin tabiriyle "bir şey dıyk olduğunda tesyir olur" Darlık, genişliğin müjdecisidir.
Yeter ki o kutsal ümit arta, eksilmeye; taşa dökülmeye; dar-ı dünya sakinleri Kıyamete kadar haddini ve Rabbini bilip hiç yoksunluk çekmeye!..
Amin.