VF kat sol
VF kat sağ

07 Eylül 2015

Ebe Kâmile hanım

Birinci Dünya Savaşında askerlerimizin gösterdiği kahramanlığın yanı sıra sağlık görevlilerimizin gösterdiği fedakârlıkta takdire değerdir. Bu sağlık neferlerimizden birisi de Birinci Dünya Savaşında Filistin topraklarında Gazze ve Nablus'ta Ebe ve Hemşirelik yapan Kâmile Hanım'dır.

Ebe Kâmile Hanım'a ( 1885-1970 ) geçmeden önce ebe okulunun nasıl zorluklarla açıldığını anlatalım. Dr. Besim Ömer Paşa, tıp eğitimini İstanbul'da birincilikle tamamladıktan sonra Paris'e gitmiş, orada da kadın doğum konusunda dört yıl eğitim almıştır. 1891 yılında İstanbul'a geri döndüğünde, Besim Ömer Paşa tarafından Gülhane Parkı'nda ilk doğumevi açılmıştır. Doğumevinin açılmasına bazı muhalefet ve Paşa'nın kişiliğine saygısızlıklara rağmen Dr. Besim Ömer Paşa yılmadan azimle mücadele ederek, doğum yapacak kişilere birçok yardımlar yapar, halkın büyük sevgisini kazanır. Bu arada sarayda Sultan II. Abdülhamid'in cariyelerinden birisinin doğumuna sarayın üç ebesi de müdahale edemez, durum padişaha intikal eder, padişah Fransa Tıbbiyesinden kadın doğum uzmanı ister, Fransa Tıbbiyesi biz Besim Ömer gibi bir doktoru yetiştirdik oraya gönderdik, bizden neden yardım istiyorsunuz cevabını verir. Dr. Besim Ömer Paşanın müdahalesi ile doğum gerçekleşir. Padişahın büyük takdirini kazanarak doğumhanenin ve ebe okulunun açılmasına müsaade alarak ilk doğumevini ve ilk ebe okulunu Kadırga'da açar.

Eğer bir gün yolunuz Gülhane Parkı'na düşecek olursa, koca ağaçların altında yürürken etrafınızı iyice dinleyin... Dr. Besim Ömer Paşa'nın doğumevinden yükselen seslere kulak verin... Yaşamı kurtarılan annelerin mutluluktan ağlayışlarını, sapasağlam doğan bebeklerin dünyaya merhaba diyen çığlıklarını duyacaksınız. Günümüzde kadınlar bilimin ellerinde doğum yapmakta, erkekler bilimin kapısı önünde baba olmanın müjdesini beklemektedirler. Bilimin ışığı altında anne olan her kadının, bilimin eşiğinde baba olmayı bekleyen bu toplumdaki her erkeğin Dr. Besim Ömer Paşa'ya bir teşekkür borcu vardır.   

EbeKamileHanım-Diploma_1

Ebe Kâmile Hanım'ın mensubu bulunduğu “Tokmak Sülalesi” hakkında da kısa bir bilgi vermek istiyorum; bildiğiniz gibi soyadı kanunundan önce her yerde olduğu gibi Niğde'de de aileler lakaplarıyla tanınırlardı. Babası Emin Efendi doğduğunda oldukça toplu bir çocukmuş. Konu komşu onu severken “tokmak gibi çocuk” dediklerinden bu yakıştırma lakap olarak bizlere kalmış ve Tokmaklar olarak anılmıştır.

Niğde eşrafından Tokmağın Emin Efendi ve Hatice Hanım'ın çocuklarından üçüncüsü olarak, 1885 yılında dünyaya gelen Kâmile Hanım, babasından iptidai (okuma-yazma) eğitimi aldıktan sonra, Kuddusi Efendi isminde bir zatla evlenerek İstanbul'a gider. Kuddusi Efendi Sultan Abdülhamit'in “Sini Başısı” olarak sarayda göreve başlar. Bu görevi Sultan II. Abdülhamid'in, 27 Nisan 1909 tarihinde tahtan indirilerek yerine Sultan Reşad'ın geçmesine kadar sürer. Sultan Reşad tahta geçince, Abdülhamid'in mahiyetinde çalışan personeli Mısır'a ikamete zorlanır. Kâmile Hanım bu sürgüne itiraz ederek, kocasının bir döküm fabrikasında çalışmasını sağlar. Evleri İstanbul'da şimdiki Beşiktaş semtinde Akaretler Çeşmesi'nin saray lojmanlarıdır. Kâmile Hanım saraydaki yaşamın ardından eşiyle birlikte geçim sıkıntısı çeker, askerlere iç çamaşırı dikerek geçimini sağlamaya çalışır. Okuma yazması olan Kâmile Hanım Kadırga'da Dr. Besim Ömer Paşa tarafından açılan ilk Ebe Okulu'na öğrenci alınacağını duyunca, 1911 yılında bu okula kaydını yaptırır. Böylece Dr. Besim Ömer Paşa gibi büyük bir zatın öğrencisi olma şansını da elde etmiş olur. Bir yıl sonra “Devlet-i Âliyye-i Osmaniye'nin Tıbbiyeyi Şahanesi Kadırga Ebe Mektebi'nden, 22 Temmuz 1912 tarihli diploma ile mezun olur. (Soyadı Kanunu'ndan sonra Dr. Besim Ömer Paşa Akalın, Tokmağın Ebe Kâmile Hanım da, Yıldız soyadlarını almışlardır.)    

İlk görevi, Osmanlı idaresindeki şu anda İsrail'in sürekli bombaladığı Filistin'in Gazze kazası belediye ebeliğidir. Osmanlının eğitim almış ilk ebesini Gazze kazasına tayin etmesi dil, din, ırk ayırt etmeden her etnik guruba eşit olarak hizmet vermesi takdire şayandır. O zamanın şartlarında bir kadının yalnız başına Gazze'ye gitmesi çok zor olduğu için kocası Kuddusi Efendi de asker elbisesiyle emir eri olarak yanında görevlendirilir. Gazze'ye gitmek için Haydarpaşa Gar'ında günlerce tren beklerler. O dönemler İstanbul'da İngiliz askerleri kol gezmektedir. Bir ara gar içinde gezen inzibatlar, yorgun ve bitkin olan Kuddusi Efendi'yi Türk subayına (dalgınlıkla) selam vermediği için tutuklayıp, karakola götürmek isterler. Bunun üzerine Kâmile Hanım “kocamı götürüp, beni İngiliz askerine mi teslim edeceksiniz?” diyerek elindeki şemsiye ile askerlere karşı koyar ve kocasını inzibat askerlerinin elinden kurtarır. Fotoğrafını çekmeye çalışan gazetecileri de aynı şekilde kovalamayı başarır. Uzun bekleyişin ardından trenle Gazze kazasına giderler. 28 Ağustos 1912'de 4 Lira 25 kuruş maaş ile Gazze Kazası Belediye Ebeliği' ne başlar. 1 Mart 1914'de Nablus Kazası Belediye Ebeliğine 6 lira ile tayin edilir. Nablus 1916 yılında İngilizler tarafından işgal edilince, evindeki eşyalarını orada bırakıp, kapısını kilitler ve Şam Guraba Hastanesi ebeliğine 10 lira maaş ile başlar. Burada iki yıl görev yaptıktan sonra Şam'ın da işgal güçlerince işgal edilmesinin ardından, 1918 tarihinde İpsala Kazası Belediye ebeliğine tayin olur.

EbeKAmilehanım

Gazze'de ve Nablus'taki evlerinin kapısını kilitleyip bütün eşyalarını orada bıraktığını, istila nedeni ile ağlayarak ayrıldığını, yakınlarına acı bir şekilde anlatmıştır. Nablus 1916 yılında İngilizler tarafından işgal edildiği zaman görev yaptığı hastahane de aynen İstanbul'da olduğu gibi İngiliz askerlerine karşı koymuş, ancak onun bu müdahalesine rağmen hastahane İngilizler tarafından basılarak, kapatılmıştır. Eşi Kuddusi Efendi'de İngilizler tarafından esir alınmış, bir süre esarette kaldıktan sonra devletin yaptığı girişimler sonucunda serbest bırakılmıştır. Gazze ve Nablus'un o zamanki acı ve elemli günlerini hayatının sonuna kadar unutamayacaktır. Askerin çektiği sıkıntı ve yokluk ise hatıralarının hep başkahramanı olacaktır. Şam Guraba Hastahanesinde görevli iken Şam'ın İngilizler tarafından yağma ve talan edilerek işgal edilmesi onu derinden etkilemiş, Şam'dan gözü yaşlı ve üzüntülü bir şekilde ayrılarak Anadolu'ya geri dönmek zorunda kalmıştır.

Osmanlı ilk açtığı ebe okulunun mezununu Filistin'e yollayarak büyük hizmetler götürmüş. O yıllarda Filistin'de İsrail diye bir devlet yok iken, ileriki yıllarda İsrail Devleti kuruluyor ve şimdi ise Filistinli Müslümanların kökünü kazımaya çalışıyor, çok acı bir gerçek.

Kâmile Hanım, 1919 yılından 1924 yılları arası Niğde Merkez Hastanesi'ne 11 Lira maaş ile Ser-Hemşire (Başhemşire) ve Kabile (doğum ebesi) olarak atanır. Niğde'deki görevinin ardından sırasıyla; 1927'de Kayseri Memleket Hastanesi Baş Hemşireliği, 1928'de Niğde Merkez Belediye ebeliği, 1929'de Denizli Merkez Belediye ebeliği, 1933'de Konya Ereğli Belediye ebeliği, 1934'de Niğde Memleket Hastanesi hemşireliği, 1934'de Aksaray Memleket Hastanesi Hemşireliği, 1936'da Hadım Hususi İdare ebeliği, 1943 yılında Mersin/Gülnar Belediye ebeliği yaptıktan sonra, 1951 yılında Ürgüp Belediye Ebeliği görevindeyken emekli olmuştur.

Emekli olduktan sonra, görevini gönüllü olarak sürdüren Kâmile Hanım, 1960'lı yıllarda baş gösteren Kıbrıs olaylarında da gönüllü olarak Kıbrıs'a gitmek için dilekçe vermişti. 1970 yılında da aramızdan ayrılmıştır.

Kendisi her şeyden önce bir kadın olarak; döneminin imkânsızlıklarına rağmen, Osmanlı'nın buhranlı zamanlarında bile şark hizmetlerini gözünü kırpmadan kabul etmiş, yokluk ve sefalet içerisinde görevini eksiksiz olarak yerine getirmiştir. Cumhuriyet döneminde de eşini ve ailesini kaybetmiş yalnız bir kadın olmasına rağmen; birçok yerde tek başına, kimi zaman yürüyerek, kimi zaman at sırtında, yağmur çamur demeden, geceli gündüzlü görevine devam etme cesaretini göstermiş, halk tarafından oldukça sevilmiş ve her zaman saygıyla anılmıştır.

Bu görev aşkı ve cesareti umarım günümüz şartlarında sudan sebeplerden dolayı yerini beğenmeyip, rahat edebilecekleri bir yere tayin isteyen yeni nesil memurlarımıza örnek olur sanırım.

Paşa'nın da elleri doğumevinde her gün kan içindeydi!