28 Ocak 2020

Hayvan hakları yasası ya da yeni Manihaizm

Kanunlaştırılmak istenen hayvan hakları yasası ile açılacak kapıdan içeriye doluşmak için pusmuş bekleyen nice yeni belâya hazır olun! Hayvan Hakları Yasasını şekillendiren baskı gruplarının talepleri üzerinden Türklerin kolektif mizacının da değiştirilmek istendiğini söylemiştim. Hayvan hakları yasasını hâli hazırdaki muhteva ve yaklaşım üzerinden kanunlaştırmak isteyen baskı gruplarının ardışık talepleri veganlık dayatmasıdır. Yani et, süt, peynir, yoğurt, tereyağ, bal, balık, kürk, deri, kıl, yün gibi hayvanlardan elde edilen tüm mâmullerin kullanımının yasaklanması! Bu size fantastik bir talep ve gerçekleşmesi mümkün olmayan bir risk algısı gibi gelebilir.

 Ama on yıl önce evin babasının, beraberinde hiçbir mâkul gerekçe, delil ve emare aranmaksızın, kadının talebiyle kendi mülkünden ve çocuklarından aylarca uzaklaştırılabileceğine de kimse inanmazdı değil mi? Ya da bir adamın, karısının başka bir erkekle birlikte olmasına hatta ondan hamile kalmasına sadece sesini yükselterek “tepki göstermesinin” bile psikolojik ve cinsel şiddet kapsamında suç olarak tanımlanacağını akıllar alabilir miydi? Almazdı ama oldu değil mi?

Sanırım büyük Türkolog ve tarihçi Zeki Velidi Togan'dan naklen okumuştum. Tatarların tarihsel çöküşlerinin sebepleri arasında; geleneksel içecekleri olan kımız ve bozanın yerini, kahve ile şekerli çay alışkanlığının alıp, çevik ve cevval Tatar tipinin keyif ve hazza düşkünleşerek hantallaşması da zikrediliyordu. Ahmet Haşim, Frankfurt Seyahatnamesinde Almanya'dayken işitip merak ettiği için denediği ve on beş gün kadar sürdürdüğü bir vegan beslenme tecrübesinden bahseder. Nihayetinde haksızlığa öfkelenme, tepki gösterme ve kendini koruma asabiyetini bile yitirdiğini fark edip terk ettiği bu tecrübenin ona öğrettiği hakikati dillendirir; et yemeyen milletler ister istemez et yiyen milletlerin kölesi ve avı olacaktır.

Aslında bu öznel bir tespit değil tarihi bir tecrübe. Uygarlık sözcüğüne kökenlik eden Uygurlar üzerinden Türkler'in bizatihi deneyimlediği bir süreç.  Uygurların tarihten silinmesi Manihaizm dinine girerek kendilerine eti ve sütü yasaklamalarıyla gerçekleşti. Veganlaşmalarından hemen sonra savaşçı özelliklerini kaybettiler. Düşmanlarının şiddetini, karşı şiddetle püskürtme yeteneklerini kitlesel olarak üstelik şaşılacak kadar kısa bir süre içerisinde yitirdiler. Bugün bize veganlık olarak pazarlanan düşünce ve ön kabuller eksiksiz bir Manihaizm teolojisidir. Miladi 3. Yüzyıldan gelen Tanrısız, mistik ve ateist bir dinin dünya görüşü ile helâl/ haram telakkileri veganlık ismi altında tekrar inşâ ediliyor.

Hatırlarsanız 27 Mayıs ihtilalinin gerçek sebebinin, Kore'de savaşan Türk askerinin batılı müttefiklerimize, cumhuriyet ideolojisiyle tarihe gömdüklerini sandıkları cengâver Türk karakterinin hâlâ yaşadığını fark ettirmeleri olduğunu yazmıştım.(*) Bu yüzden 27 Mayıs ihtilal komitesine ilk yaptırılan iş, ordu içinde bu ruhu koruduğu, doğal olarak da alttan gelenlere aktardığı tespit edilen subayların tamamını emekliye sevk ettirmek olmuştu. Ordu içinde görevli tüm muvazzaf subaylarımızın üçte biri birkaç gece içinde emekliye sevk edilmiş ve bunlara ödenmesi gereken devasa tazminat tutarı Amerika tarafından bir kalemde karşılanmıştı. Ayrıca geriye kalan muvazzaf askerleri halkın içinden çıkartarak yeni inşa ettirdikleri lojmanlarda ikamet etmeye mecbur kıldılar. Böylece ruhlarını besledikleri milletten ve mukaddeslerinden yalıtılan Türk'ün salon askerlerine dönüştürülebileceği düşünüldü. Ama 15 Temmuz'da tanklara ve kurşunlara karşı sokaklara dökülen insanların stratejik gözü karalığı, daha sonra da sınır ötesinde düzenlenen harekâtlarda Türk askerinin savaşma biçimi bütün dünyayı yeniden dehşete düşürdü. Türkün kollektif mizacında içkin “savaşçı erkek” artık küresel muktedirlerin en öncelikli hedefidir.

Tarihte bir defa yaşanmış her şey tekrarlanabilir. Bu yüzden biz unutsak da düşmanlarımız veganlığın Türk'e ne yaptığını hatırlıyorlar.

 Uygurların çağdaşı (Ölümü 869) olan Arap Şair Edip'in hüznüne bakın;

 Uygurlar mani dinine girinceye kadar ne denli cesur ve asker bir milletti

Sayıları ne kadar az olsa da hep onlar galipti

Her savaşın mağlubu Uygur'dur şimdi,

Maniheist oldukları o kara günden beri…

Bilge Kağan “Mızraklılar, kılıçlılar, silahlılar hiçbir yerden gelmez. Onları siz kendiniz çağırırsınız” diyor yazıtlarda. Uygurlar başkalaşınca da Orhun kitabelerinde haber verilen işler geliyor başlarına; Gelinlik kızları cariye, yiğit oğlanları köle oldu. Kanları sular gibi çağıldayıp aktı, kemikleri dağlar gibi yığılıp yattı…

Veganlığın Uygur'ların ontolojik telakkilerini nasıl değiştirdiğini anlamak için 10. Yüzyılda Çince'den Uygur Türkçesine çevrilmiş ve mani dininin perspektifine göre kaleme alınmış yazıtlar arasında bulunan Altun Yaruk'daki “şehzade ile aç pars” hikâyesine bakmak aydınlatıcı olacaktır. Catik denilen dinsel şiir türünde açlıktan ölmek üzere olan bir parsı kurtarmak isteyen özverili şehzadenin kendini ona yem edişi lirik ve ağıtvâri bir dil ile anlatılır ve yüceltilir. Neden böyledir? Çünkü Manihaizm dini türcülüğe karşıdır. Dahası hayvanları varlık hiyerarşisinde insandan daha önce gören bir algı evreni vardır.

Şeytanın kendini adadığı ve uğruna her şeyini heba ettiği davasının esası insanın eşref-i mahlûkat yani yaratılanların en şereflisi olduğu hükmünü reddetmektir. Bu hükmü türcülük yaftasıyla itham edenler şimdi bu yasanın ardında mevzilendiler. Meclisten geçirilmek istenen yasanın içinde pusuya yatmış veganlık ve Manihaizm var. Yâni hayvan sevgisi gibi görünen insan nefreti! Âdem'e secde etmediği için cennetten kovulan, âdemoğullarını hayvana secde ettirerek intikam alacak.  Adım adım, derinden derine, merhâle, merhâle…

(*) http://www.yenisoz.com.tr/komprador-ordular-ve-27-mayis-in-hic-soylenmemis-sirri-makale-18493, http://www.yenisoz.com.tr/komprador-ordular-ve-27-mayis-in-hic-soylenmemis-sirri-2-makale-18689