27 Nisan 2019

“İmkânsız” olanla “imkânsız zannedilen”i karıştırmamak

Hayatta elbette bir “imkânsızlar” vardır; bir de “imkânsz” olmadığı hâlde “imkânsız zannedilenler”.

Herkes sınav için gönderildiği dünya hayatı bitince ölür ve yaratan Allah'ın huzuruna çıkarılır. Hayatı ve ölümü yaratan Allah, Kur'ân'da, dünya hayatının geçici olduğunu bildiriyor ve “Her canlı ölümü tadacaktır.” buyuruyor. Peygamber Efendimiz (sav), “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikrediniz.” diyor. Demek ki, ölümün yok edilmesi, bugüne kadar olduğu gibi, gelecekte de imkânsız.

Kezâ, peygamberlik bitti. Birisi çıkıp da peygamber olduğunu iddia ettiği anda yalancıdır. Çünkü Kur'ân'ın açık işaretleriyle Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), Allah tarafından dünyaya gönderilen son peygamberdir ve yeni bir peygamber gelmesi imkânsızdır.

Bir de imkânsız olmadığı hâlde imkânsız zannedilenler vardır ki, işte bir örnek:

İlk buharlı gemi yapılıp da denize indirildiğinde, sahile yığılıp seyredenlerden bazıları, - Yüzdüremezler, diye bağırmaya başlamış.

Gemi yüzmeye başlayınca da aynı insanlar şaşkınlık içinde bu defa şöyle bağırmışlar: - Durduramazlar!

Bu ve benzeri örnekler çoktur. Onun için, istisnâî durumlar elbette hariç, meseleler karşısında genelde “imkânsız” denilmesini pek sevmem. Çünkü tarihte ve günümüzde, imkânsız sanılan birçok şeyin, öyle zanneden kimselerin ufuklarının darlığından kaynaklandığını gösteren çok sayıda örnek var. Hatta öyle örnekler var ki, şimdi o “imkânsızlık” iddialarını tebessümle okuyor veya dinliyoruz.

Nice teknolojik buluşlar, nice başka büyük başarılar, elde edilmeden önce, çoklarına imkânsız gözükmüyor muydu? O buluşlar, o muvaffakiyetler, -gerçekte imkânsız olmayıp da- “imkânsız” zannedilen şeylerin kapılarını zorlayan, kabına sığmayan veya kabını doldurmaya çalışan insanların eseridir.

Bütün mesele, böyle yaklaşımda. Bu duygu, insan ruhunun derinliklerinde var. Ama bazı insanlarda daha belirgin; bazılarında ise derinlerden su yüzüne çıkmayı bekliyor.

Çocuklarda bu duygu harekete geçirilmeli, bu ufuk verilmeli ki, insana yakışan her alanda dünyayı şaşırtan büyük işler yapacak gençler yetişsin. Kabına sığmayarak, “imkânsız” denilenlerin sınırlarını zorlayan, aşıp geçmek için sağından, solundan, yukarısından, aşağısından, bir yerini bulup bir tarafından girmeye çalışan, ısrarla düşünen, araştıran, fırtına gibi gençler.

“Doğruluğuna inandığın meselede imkân düşünme.” (Gürbüz Azak) Bir yaklaşımla sonuç alamıyorsan, pes etme; başka yollar araştır, başka türlü yaklaş.

            İnsanların yaptığı işler, -istisnalar kaideyi bozmaz- genelde kendilerine verilen gerçek potansiyellerinin çok altındadır. Bunun en büyük sebebi ise ellerinden geleni yapmamalarının, yoğunlaşmamalarının, işi son zamanlara bırakıp sonra da alelacele, geçiştirerek yapmalarının yanında, bir de bazı şeylere “Yapılamaz!” veya “Ben asla yapamam!” gözüyle bakmalarıdır.

Hatta kendilerini o işin yapılabilirliğinden o kadar uzak görürler ki, pek çoğunun aklına “Ben asla yapamam!” düşüncesi bile gelmez.

            Peki, tarihteki ve günümüzdeki harikulade muvaffakiyetler, iyilikler ve güzellikler kimlerin eseri? Hayâlleri, ufukları oralara ulaşan ve o “imkânsız” zannedilen şeyleri yapmak için harekete geçenlerin eseri. İnsanlık, esbab noktasında pek çok şeyi öyle insanlara borçlu.

            Yani hayatta bir “imkânsızlar” var, bir de “imkânsız zannedilenler”…

Örnek mi? Örnekten çok ne var. Radyo, televizyon, bilgisayar, internet, güya akıllı telefonlar, sosyal medya vb. dün denecek kadar yakın bir geçmişte çoklarına “imkânsız” gözükmüyor muydu?

Mimar Sinan'ın o günün şartlarında bir ömre sığdırdığı, biri doğuda, biri batıda, bir kuzeyde, biri güneyde yaptığı 600'ü aşkın eserin sayısı ve bugünün mimarî ve teknolojisini şaşırtan incelikleri karşısında dünya hâlâ hayretler içinde.

Pirî Reis'in, uçakla bilmem ne kadar yükseğe çıkıp da çizilebilecek doğruluktaki haritasını o günün şartlarında nasıl o kadar gerçeğe yakın yaptığını insanlar bugün bile anlayamıyorlar, bu onlara “imkânsız” geliyor.

Örnekleri, sayısı belirsiz şekilde çoğaltabilirsiniz.

1300 yıllarında birisi saçma bir şey söylediğinde karşısındaki kişi ona,

- “Yahu kardeşim, senin söylediğin de karadan gemi yürütmeye benzer. Bu olacak şey mi?.” deseydi, görünüşte haklı olurdu. Ama 1453'de öyle düşünmeyen 21 yaşında bir genç gelmiş ve karadan gemi yürütmüş.

Yine o yıllarda birisi, “Kardeşim, senin bu söylediğin de, görmediğin yere taş atıp tutturmaya benziyor. Akıl var, mantık var; bu hiç olacak şey mi?.” deseydi yine aynı şekilde haklı gözükürdü. Ama matematikçi olan aynı genç bu işi de başarmış ve ilk defa Havan Topları'nın planını çizmiş. Azminden ve zekâsından öte nasıl bir ufuk sahibi olduğunu ise Bizans elçisine söylediği şu sözler gösteriyor:

- “Git hükümdarına söyle! Benim varacağım yere, sizin imparatorunuzun hayâlleri bile yetişemez!..”

Fakat o genç bu işe ne zaman başlıyor?

Daha küçük bir oyun çocuğu iken, İstanbul'u alıp Peygamberimiz (sav)'in müjdesine mazhar olma, erme sevdası içinde, top atışlarıyla ilgili oyunlar oynuyor, kendi kendine planlar yapıyor.

Şu söz de o gencin:

“İmkânın sınırını görmek için, imkânsızı denemek lâzım.”

“Dünyanın gördüğü her büyük başarı, önce bir hayâldi.” (Alain)

“Katında imkânsız olmayan Allah”, bu duyguyu insan ruhunun derinliklerine koymuş. Bu muazzam duygu, inci gibi, sadefinin içinden çıkarılmayı bekliyor.

Özellikle çocuklarımızda bu duygu harekete geçirilmeli ki; insanlığı coşkulu sevinçler içinde şaşkına çevirecek güzellikte büyük işler yapan gençler yetişsin!

Önce kendimize; sonra da bu ruhu vermeye çalışacağımız çocuklarımıza ve sormayı uygun bulacağımız herkese şu soruyu sorabiliriz:

İmkânsız olmadığı hâlde, senin “imkânsız zannettiğin şey” ne?..