Kitap âlimlerinin efendisi Ali Emirî
Ağır kitap yârânından bahsetmek icap ettiğinde daha dokuz yaşındayken kitap sevdasına düşen ve ölünceye kadar da bu sevdasını sürdüren Ali Emîrî Efendi (l854-l924) ile başlamak hürmet gereğidir. Meşhur Millet Kütüphânesi’nin, ömrü boyunca büyük fedakârlıklarla topladığı l6.000 cilt yazma ve matbû eserle l9l6 yılında onun tarafından kurulduğunu kitapla âşina olanlar bilirler. Yokluk çektiği günlerde bile büyük paralar teklif edilmesine rağmen bir kitabını dahi satmayan ve böylelikle bu ülkeye emsalsiz bir kütüphâne bırakır. Bu muhteşem kütüphâneye kendi adının verilmesi yerine Millet Kütüphânesi denmesini ister.
Devrinin diğer kitap
allâmeleri gibi bu zatta “hâfız-ı kütüb” tür. Çocuk yaştayken yetişkinlerin
bile bilmediği yüzlerce kitabın adlarını, okuduğu kitapların beyitlerini ezbere
okur ve söylerdi. Şâkirtlerinin söyleyişiyle tam bir bibliyoman, yâni kitap
delisiydi. (a.g.e., s. 90) Tarihçi Refik Altınay, onun için hayat kitaptı,
diyor. Kitaplar için geçiminden kısar, parasını kitaplara yatırırdı. Mithat
Cemal Kuntay’ın onu anlatışı sürükleyici bir hikâye gibi… Birkaç cümleyle
hülâsa edelim: Otuz beş yıl var ki hep sahaflarda otururken görülürdü. Önceden
haber aldığı bir kitap mirasının sahaflara geleceği gün sabırla kitapları
beklerdi. Çelebi meşrep olmasına rağmen kitap sevdasından dolayı bâzan bir
kitabı almak için sahaflarla münakaşa bile ederdi. O kadar temiz adamdı ki,
ahlâksız değildi, hastaydı; hani milâdın ikinci asrından beri kitapların
adediyle beraber miktarı çoğalan hastalardan biri… Birçok kitap hastalarına yanında Emirî Efendi
ehvendi. Ona gelinceye kadar Avrupa’da neler vardı; okuması yazması olmadığı
halde elli iki bin beş yüz kitap toplayanlar… Bir kitabı mezatta alamadığı için
arkadaşını vuranlar… (Ayaklı
Kütüphâneler, D. Gürlek, s. 90-92)
Değerli bir kitabı dostlarına
göstereceği zaman “Alın, bakın, inceleyin” sözleri yerine “Ziyaret buyurun”
demesiyle kitap-kültür muaşeretine edebî bir usul getirmiştir. Kitap yârânının
efendisi dediğimiz Ali Emîrî’nin bu muhteşem hasleti ilkokuldan üniversiteye
kadar bütün nesillere anlatılmalı.
OKUDUĞU KİTAPLARI UYKUSUNDA TEKRAR EDEN ÂLİM
Kitap tiryakilerinin
araştırmacısı Dursun Gürlek’in “Ayaklı Kütüphâneler” kitabından hülâsa ettiğim
bilgilere göre, devrinin en şedit kitap tiryakisi olan bu zat uykudan önce
okuduğu kitapları uykusunda yüksek sesle tekrar edermiş. Daha çocuk yaşta aşırı
kitap okumaktan hastalanır ve doktor ona okumayı bir süre bırakıp gezmeyi
tavsiye eder. Fakat o okumaktan asla beri kalmaz. Babası ona on beş
yaşındayken ticaretle uğraşsın diye dükkân açar. Gelen müşteriye “Mal orada,
fiyatı şudur, alacaksanız indireyim, yoksa beni boş yere meşgul etmeyin”
diyerek kitap okumayı sürdürür. Zarar ettiğini gören babası onu dükkândan
uzaklaştırmak zorunda kalır.
Adını kimseye söylemediği çok
sevdiği bir kitabının olduğu, uyuyamadığı zaman geceleri ondan bir sayfa
okuyarak huzur bulduğu, kitabın kapağını kapısı olarak gördüğü ve kelimelerine
idrakin kilidi dediği anlatılıyor. Onun, bin yıllık değeri olan Kaşgarlı
Mahmud’un Divanü Lûgat’it Türk isimli el yazması eserini nasıl bulduğunu
okumak, insanı gerçekten ilmî heyecanlara ve âbideleşen bir kitap tiryakisinin
ruhuna tazimde bulunmaya sevk ediyor.
Yaşlı bir hanımın otuz altın
liraya satılması için sahafa bıraktığı Divanü Lûgat’it Türk’ü görünce
heyecandan kalbi çarpmaya başlar ve kendinden geçer. Üzerinde on beş lira
vardır. Kalanını oradan geçmekte olan bir dostundan temin eder, sahafa da üç
lira bahşiş vererek, o zamana göre yüksek bir meblağ sayılabilen otuz üç liraya
bu büyük eseri alır. Sahaf eserin önemini anlar da vazgeçer diye hemen
uzaklaşır ve “Bu, kitap değil, Türkistan ülkesidir. Türkistan değil, bütün
cihandır” diyerek sevine sevine evine gider.
El yazması bu eseri o dönemin
ünlü yazarlarından Ziya Gökalp’e bile göstermez. “O, dinimin ve peygamberimin
düşmanı gelmesin yanıma” der. Kilisli Muallim Rıfat Bey’in görmesine ve
şirâzesi bozulmuş, sayfaları dağılmış eseri düzenlemesine müsaade eder. Eserin
noksansız olduğunu öğrenince sevincinden ağlar. Asırların güzidesi bu kitabın
bulunuşundan sonra Türkistan’dan âlimler gelmeye başlar. Bir mânada kitabı
tavaf etmektedirler.
Bundan dolayı Ali Emîrî’ye
“Türkistan Fatihi” diye hitap edilmeye başlanır.
Eserin başına bir şey gelir
korkusuyla yayınlanmasına râzı olmaz. Devrin iktidarının üç paşasından biri
olan Talat Paşa’nın ısrarlı ricaları karşısında basılmasına izin verir. Kitabı
görmek için evine ziyarete gelen paşaya “Paşam kaç kitabınız var?” diye sorar.
“Beş altı yüz vardır” deyince sinirlenerek “Yazıklar olsun! Bir sadrazamın beş
yüz kitabı olsun, benim gibi onun emrinde bir defterdarın l6.000 kitabı olsun,
yazık değil mi bir paşaya, yakışıyor mu size?” diye serzenişte bulunur.
“DİVANÜ LÛGAT’İT TÜRK SADAKASI”
Talât Paşa’nın, kabul etmesi
için gönderdiği üç yüz altın lirayı, “Lûtfunuza, kadirşinaslığınıza teşekkür
ederim, fakat parayı kabul edemem. Çünkü vatanî, millî ufacık bir hizmet
mukabilinde para almış olacağım. Bu ise vicdanıma ağır gelen bir şeydir; bundan
dolayı parayı iade ediyorum. Yardıma muhtaç olan birkaç namuslu aileye
dağıtırsanız size müteşekkir kalacağım gibi Cenab-ı Hakk da memnun olur…”
cevabıyla geri gönderir. Bu yardımın adı da “Divanü Lûgat’it Türk sadakası
olsun” diyerek kültür tarihimizde âbidevî bir iz bırakır. Önemli el yazması
kitapları tercüme ederek Millet Kütüphânesi’ne kazandıran ve kitapların kadr ü
kıymetini bilen Mehmet Serhan Tayşi Efendi onun ağır kitap tiryakiliğini hülâsa
olarak şöyle anlatıyor:
BİR KİTABIN PEŞİNDE ÖLÜMÜNE GİTMEK
Kitaba o kadar düşkün ki, bir
kitabın nerede, kimde olduğunu bir şekilde haber alıyor. İstihbaratı çok
kuvvetli. Halep Defterdarı iken Yemen hükümdarlarının silsilesini yazan bir
kitap geçer eline. Bâbıâli’ye, kendisine Yemen’e Maliye Türk askerleri “Yemen’de isyan var” deseler
de “Ben giderim” diyerek yola çıkar. Yemen girişinde yakalanır. “Ben falan
şeyhi görmeye geldim” der. Salık verdiği şeyh isyancı kabilelerin başıdır.
Şeyhin yanına götürürler.
Geliş sebebi sorulur. Müfettiş olarak geldiğini, ama asıl geliş gayesinin bir
kitap olduğunu, elinde gösterdiği kitabın ikinci cildinin burada olduğunu
söyler. “Evet bizde” derler. “Beni bir hafta on beş gün misafir edin, kitabı
istinsah edeyim, sûretler benim olsun, aslı sizin olsun” deyince, şeyh ve
yanındakiler, isyanın büyüdüğü bir vakitte onun bu tuhaf isteği karşısında
hayretler içinde kalırlar.
“Bizimkiler bu kitabın
kıymetini bilmez, al götür kitap senin olsun” deseler de kitabın nüshasını
yazar. Aslını alır, sûretini onlara bırakır. Ayrılmadan önce Yemen çarşısında
Almanların dahi peşine düştüğü otuz kırk kadar el yazması kitabı da satın alıp
döner. Kitaplar için her şeyi göze alacak kadar cesurdu. İstanbul’un işgal
edildiği 1920 yılının başlarında onun nâmını duyan Fransız işgal komutanı
kitaplarını satması için, o zamana göre büyük meblağ olan üç bin İngiliz parası
teklif eder ve Paris’te Şarkiyat Enstitüsü kuracağını, onu da müdür yapacağını
söyler. O Bozgun yıllarında îmanı zayıf bir insanın dayanamayacağı bu cazip
teklif karşısında Ali Emirî son derece kararlı vatansever bir tavırla “Ben bu
kitapları milletimin bana verdiği maaşla topladım. Benden sonra bu milletin
çocukları onlardan istifâde etsin diye hepsinin vakfettim. Biz Türkler
misafirperver insanlarız. Teklifinizi duymamış olayım. Aksi takdirde şu
elimdeki bastonu kafanıza yersiniz!” (a.g.e., s. 100-101)
Böyle bir kitap müptelâsı ve
allâmesi var mıdır bugün? En yakın dostunu kitapların büyük allâmesi İsmail
Sâib Sencer olduğunu söylersek, onun nasıl bir adam olduğu herhalde
anlaşılır.
“YÂ CÂNIMDUR HÂBİB-İ NÂZENÎNÜMDÜR KİTÂB”
Kitap sevgisine mâni
olacağını düşünmüş olmalı ki hiç evlenmemiş. Onun, “Kitap Gâzeli”nden bu
hâlet-i ruhiye içinde olduğu anlaşılıyor: Dil-ber-i nev-hatta bakmam var iken
hatt-ı sütûr / Yâ cânımdur habîb-i nâzenînümdür kitâb.” Diyor ki: Taze dilber
olsa bakmam, var iken yüzü açılmamış örtülü yazılar. Kitap benim canım gibidir.
Nazlı ve narin sevgilimdir.
Kitap ve kültür tarihinde iz bırakmış böyle bir âlim ve fâzıl kitap âliminin günümüzdeki şâkirtleri de iyi atlara binip gittiler. Kitap âşıklarından yana hüzünlenmemek elde değil. (ilbeyali@hotmail.com)