Kitapların hâfızı ve allâmesi İsmail Sâib Sencer
Son dönem Osmanlı âlimlerinden Muhammed Zâhid Kevserî’nin (1879-1952) Akademik dergipark.org.tr’nın 17 Ocak 2018 tarihli sayfasında neşredilen “İlmin kaybı: Allâme İsmâil Sâib Sencer” adlı makâlesi ile Beşir Ayvazoğlu’nun Temmuz 2009 tarihli Türk Edebiyatı Dergisi’ndeki “Bir Efsane: Hâfız-ı Kütüb İsmail Sâib Efendi” yazısından, Dursun Gürlek’in “Ayaklı Kütüphâneler” kitabından ve Gülistan dergisinin Aralık 2017 tarihli sayısındaki “Beyazıt Kütüphânesi’nin ruhu: İsmail Sâib Sencer” başlıklı araştırmadan okuduğum bir kitap âşığı ve muhafızı da eli öpülesi İsmail Sâib Sencer hazretleridir.
Muallim
Cevdet gibi, “Hâfız-ı kütüb” ve kitapların üstad-ı âzamı vasfını haiz bu
muhterem zatın kitaplara adanmış âbidevî hayatını bir kahramanlık destanını
dinler gibi okudum ve kendimden geçtim. Kitaplarla ve ilimle geçen hayatını
okuyunca, irfanı olmayan medeniyetsiz Cumhuriyetin nesli olmaktan utandım.
“KÜTÜPHÂNELERDEKİ
KÜTÜPHÂNEYDİ”
İstanbul
Beyazıt Kütüphânesi’nin müdürü olan mütevazı müderris İsmail Sâib Sencer
(1873-1940) âlimliğinin yanında hâfızası ile meşhurdur. Yerli âlim ve Batılı
müsteşriklerce “ayaklı kütüphâne, kütüphânelerdeki
kütüphâne, fihrist-i ulûm, canlı bibliyografya” diye hitap edilen kitap allâmesi
bu güzel insan kitap sevdasından dolayı hiç evlenmemiş, vefatına kadar
kütüphânelerin odalarında ömrünü tamamlamış. Beş dil bilmesinin yanında,
İstanbul kütüphânelerinin bütün kitaplarının adını, aranılan bir kitabın
kütüphânenin hangi rafında yer aldığını, sorulan mevzuun kitapların hangi
bölümlerinde olduğunu ve sayfa numaralarını tereddüt etmeden bilen birisidir.
KÜTÜPHÂNENİN
HÜCRESİNDE YATIP KALKAN ÂLİM
İstanbul
sahafları satamadıkları kitapları kitap âşığı İsmail Sâib Efendiye
getirirlermiş. Öyle ki, müdavimi olduğu bir sahafa “Ben şimdi eski gazeteler de
alıyorum. Eline geçerse bana getir. Parasına gelince Allah kerim. İnşallah
borçlu ölmem” diyen kitap kurdu bu güzel insan kelimenin tam mânasıyla “ayaklı
kütüphanedir.” İlk gençliğinden âhir ömrüne kadar İstanbul kütüphânelerindeki
binlerce değerli kitapları incelemiş ve hayatı kütüphânelerde geçmiştir.
Beyazıt Devlet Kütüphânesi onun hem evi, hem kitap okuma ve sohbet yeridir.
Kitap
arayanlar, kitap soranlar bu kütüphâneye gelirlerdi. Akşamdan sonra kütüphâne
kapandığında onun kitap dostu ziyaretçileri dış kapıyı çalınca kapının
açılacağını bilirlerdi. Boşa geçen bir dakikası bile yoktur. Kitap katalogları
hazırlardı. Beslediği ve tedavi ettiği kedileri vardır kütüphânede. Akşamdan
sonra kitap okuyucuları çekilince kütüphânedeki hücresinde iki masayı
birleştirip yatağını hazırlardı. Elinde bir kitapla yatağına uzanınca başucuna,
kollarına, ayakucuna kedileri gelip ilişirlerdi. Onları bir insan yavrusu gibi
beslerdi. Bundandır ki, Beyazıt Kütüphânesi “Kedili Kütüphâne” olarak
zikredilirdi. Dostları, onun kitaplar ve sokak kedileri için yaşadığını
söylüyorlardı. Kütüphânede yatıp kalkan bu kitap muhibbanı ve kitabiyat
âliminin dünyada bir başka örneği var mıdır acaba?
Son derece
dindar, melâmî meşrep ve sâkin tabiatlı bir insandır. Kıt maaşına rağmen
cömert, gönlü açık ve merhametlidir. Gücünü yettiğince sadaka dağıtırdı. Kitap
sohbeti için gelen ziyaretçilerine kütüphânenin yanındaki kahvehâneden daima
çay söyler. O kadar çay içilirdi ki hesabı ay başlarında öderdi. Çok zaman
hesap kabarık olurdu. Kahveci bir gün “Efendim, bu sadece sizin içtiğiniz
çayların parası değil, Boğaz’dan, Kandilli’den, Beykoz’dan gelen ziyaretçiler
sizin hesabınıza yazmamı söylüyorlar” dediğinde, “Bunlar iyi insanlar, tâ
uzaklardan vapurla geliyorlar. Kendilerini kütüphânede çaysız bırakmak olmaz”
diyen bir gönül adamıdır. Ramazan aylarında kütüphâne tâtil olunca, Beyazıt
Meydanı’nda ne kadar fakir, gariban insan, âmâ ve topal dilenci varsa
kütüphânenin hücresinde kendi pişirdiği yemek sofrasına sıra sıra oturttururdu.
Gözleri görmeyenlere yemeğini bizzat kendisi yedirirdi.
MÜSTEŞRİKLER
VE YERLİ ÂLİMLERİN KİTAP KAPISIYDI
Ahlâkı,
dili, konuşması, üslûbu o kadar güzel ve mânalı, cezbeli ve ikna edicidir ki,
unvanı ne olursa olsun onunla sohbet eden bir daha ayrılmazcasına müdavimi
olmuştur. Meşrutiyet Dönemi yıllarında Bir Alman Şarkiyat âlimi kütüphânelerde
araştırma yapmak için İstanbul’a gelir. İsmail Sâib Efendi’yle tanışır ve onun
kitabiyat ilmine, ahlâkına, cezbeli diline, kibarlığına meftun olur ve kısa bir
müddet sonra Müslüman olur. Çeyrek asır sürer bu dostlukları. Mehmed Âkif,
Yahya Kemal, Mükrimin Halil Yinanç, Hasan Basri Çantay, Süheyl Ünver, M. Fuat
Köprülü, Kilisli Rıfat Bilge, İbnülemin Mahmud Kemal, İsmail Hami Danişmend,
hayranı olduğum kitap âşığı Muallim Cevdet, Osman Nuri Ergin, İsmail Hakkı
Uzunçarşılı, Abdülbaki Gölpınarlı, Sahaf Raif Yelkenci ve Avrupalı müsteşrik
Louis Massignon ve Hellmut Ritter gibi birçok insan onun kitap sohbetlerine
katılmış ve kitaplar hakkında malûmat edinmişlerdir.
“Kendi
devrinde onun okumadığı kitap kalmamıştır” diyen Ord. Prof. Süheyl Ünver,
Osmanlı döneminin ünlü âlimi Kâtip Çelebi’nin Keşfü’z Zûnun adlı meşhur
kitabının bâzı yerlerini tashih ettiğini, Çelebi’nin, onun yanında bir tilmiz
olarak kalabileceğini, satın aldığı kitapları kirasını ödediği han odalarında
muhafaza ettiğini ve emekliye ayrıldıktan sonra kitapları için taş veya
tuğladan yangına karşı muhafazalı bir bina yaptırmayı hayâl ettiğini fakat bu
hayâlini gerçekleştiremeden bu dünyadan göçtüğünü anlatıyor. Ömrünü
İstanbul Beyazıt Kütüphânesi’nin binlerce kitabı arasında geçiren bu kitap
allâmesinin kendine ait bir kütüphânesi vardı. Yüz bir sandık içinde on bir
binden fazla basma, on binden fazla yazma eserler olan yirmi bin küsur cilt
kitaba sahipti.
KEMALİST
ŞEFLERİN BİLE HÜRMET ETTİĞİ “AYAKLI KÜTÜPHÂNEYDİ”
Kitabiyat
âlimi ve âşıklarından Mehmet Serhan Tayşi’nin anlattığına göre, 1925’e kadar
Darülfünun’da Arapça müderrisliği yaptığı sıralarda şedit inkılâplar
başlamıştı. Şapka kanunu kendisine tebliğ edildiğinde, sarığını
göstererek: “Biz bununla geldik, bununla gideriz” diyerek
üniversitedeki görevinden ayrılır. Sarıklı olduğu için Kemalist aydınlar onun aleyhinde
konuşuyorlar ve Kemalist rejime aykırı olan bu duruşunu Hükümete ve
Cumhurbaşkanlığı makamlarına “jurnalliyorlardı.” İsmail Sâib Efendi duruşundan
tâviz vermez. Onun siyasetle işinin olmadığını ve ülkeye faydalı hasbî bir
“allâme” olduğunu Kemalist şefler dahi biliyorlardı. Mustafa Kemal’den “Hocam,
sen istediğin kıyafetle girebilirsin…” şeklinde telgraf gelse de görevine
dönmez ve Beyazıt Kütüphânesi’nde görev alana kadar dışarıya çıkmaz. Daha sonra
vazifelendirildiği bu kütüphânede emekli oluncaya kadar sarığı ve cüppesiyle
müdürlük yapar.
Bu
kütüphâneden emekli olunca Ragıp Paşa Kütüphânesi’nin bitişiğindeki mektebin
bir hücresinde kalıyordu. Kitabiyat âlimlerinden dostu İbnü’l Emîn Mahmud Kemal
İnal onun bu hücredeki âbidevî hayatını hüzünlenerek anlatıyor: “Küçük bir taş
odada yatağını serdirmiş, üstünde oturmuş, kendisine mesele soracakların
gelmelerini bekliyordu. İki kırık iskemleden birine düşmemek için iğreti
oturdum. Gördüğüm sefalet canımı sıktı söylendim. Her şeyi hoş gören o merd-i deryâdil
teessürümü tadile çalıştı. Soğuk ve bütün lüksü iki kırık iskemleden ibaret
olan o odada, hayatı boyunca teneffüs ettiği kitap kokusundan ve çok sevdiği
kedilerden mahrum halde hastalanır.”
BİR
İSMAİL SÂİB EFENDİ DAHA GELİR Mİ?
O yıllarda
onun derslerine giren İsveç başkonsolosu ve Şarkiyatçı olan kişi ülkesine
dönünce başbakan olur ve İsmail Sâib Efendi vefat ettiğinde devrin Kemalist
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye “Ekselanslarının şahsında Türk milletinin ve dünya
ilminin başı sağ olsun” yazılı bir telgraf çeker. Dahası var; Almanya, Fransa,
Prusya ve Rusya’dan, ondan ders almış birçok Şarkiyatçı Türk devleti ve
hükümetine telgraflarla taziyelerini bildirmişlerdi.
Hâsıl-ı
kelâm; Türk üniversitelerinin girişine bu güzel adamın, Osmanlı Türk tarihinde ikinci
bir örneği olmayan kitap ve ilimle geçen hayatı mermerden bir kitabe şeklinde
yazılmalı ve bütün üniversitelerin girişine dikilmeli. Yukarıdan aşağıya bütün
hocalar ve talebeler kitabiyat âlimlerinin şahı bu güzel adamın hayatını okuyup
selâmladıktan sonra geçmelidirler üniversite nizamiyesinden içeri. (ilbeyali@hotmail.com)