22 Şubat 2016

Kurak su

“Ben Somali'de yaşayan siyahi bir çocuğum ve dünyanın lanete uğramış tüm hikayelerinde olduğu gibi benim gibi veletlerin isimlerinin pek bir önemi yok. Ülkenin kuzeyindeki Farlibaaks'ın güney yakasında annem ve üç kardeşimle birlikte kalıyorum. En küçükleri benim, dolayısıyla en çok acı çekenleri de.

Çünkü, yılın belirli dönemlerinde, ne zaman kuraklık şiddetini arttırsa ve geriye bizim için tek bir damla su kalmasa, kuruyarak çatladığımı hissediyorum. Boğazım paslanıyor, dudaklarım çöl toprağı gibi yarılıyor, gözlerim kanlanıp iğneleniyor.

Dünyaya geldiğimden beri bu böyle. Fakat şu son günlerde hissettiğim tükenmişlik en büyüğüydü sanırım. Suyun en az olduğu dönemi yaşadık. Bu yüzden annem ve kardeşlerimle birlikte, güneydeki Beledweyne'e gitmeye karar verdik. Zira şu aralar, buralardaki herkes kuş sürüsü gibi göçüyor.

Beledweyne, kesinlikle Farlibaaks'tan daha iyi bir yer. Ama daha iyi olduğu gerçekten iyi olduğu anlamına gelmez. Eğer bir gün zahmet edip, Google haritalardan Beledweyne'in nasıl olduğuna bakarsanız, kaktüslerle bezenmiş çölümsü bir arazinin ortasına sıkışmış mavi ışıldayan bir şehir görürsünüz. Yaklaştıkça, o mavi ışığın yıkık dökük teneke evlerin çatılarından yansıdığını fark edersiniz. Anlayacağınız, ölümden kaçmak için başka bir ölüme yolculuk etmek zorundayız ve su bulup bulmayacağımız kesin olmadığı halde daha yakın bir şansımız yok.

Kırılgan topraktaki yaşama küsmüş çalıların arasında güneye doğru ince bir şerit çizen toprak yolun kenarında yürümeye başladık. Keyfi olmayan yolculuklar gibi, acıyla bezenmişti. Güneş ucu parlak bir mızrak gibi tepemizde dikiliyordu. Korunmak için başımızı örttüğümüz kumaşların dokunuşunu delip geçerek, tenime işliyordu.

Üçüncü gün midem kasıldığında kederle düşünüyordum. Eh su olmayınca yemekten de mahrum kalıyorsunuz. Dünyanın başka yerlerinde, insanların yumuşak popolarının üzerine oturup, onlarca çizburgeri tek seferde midelerine, Cocacola'yla birlikte indirmeleri bana haksızlıkmış gibi geliyordu. Hele o yüzsüzlükleri yok mu? Amerika'da her yıl ekmeklerin, fasulye konservelerin, etlerin, makarnaların, sütlerin, peynirlerin yüzde kırkı çöpe giderken, benim burada bir adım daha atabilmek için ihtiyaç duyduğu kırıntıya sahip olamamam?

En azından gazete manşetlerini süslemesi için kemikleri sayılan vücudumun fotoğraflarını çektiklerinde bunun karşılığını istemeliydim. Bir şekilde, yıllık yedi yüz elli milyar dolarlık israftan payıma düşeni almalıydım. Ya da ben burada, boğazımdaki yangını söndürecek tek bir damla su bulamazken, uzak ülkelerde, temiz su akıntılarını kirleten fabrikalardan vergi kesebilirdim.

Ne yazık ki bunların hiçbirini yapamıyorum. Tabii ki benim açımdan yazık. Sizlerin açısından olması gereken durum bu. Çünkü siz ve dünyanın geri kalanı benim yaşamam gereken hayatın bu olduğunu düşünüyorsunuz. Hem rahatça israf edip, hem de her sene son modeli çıkan Iphone'larınızı almanız için benim bu ölüm yolcuklarına çıkmak gerekiyor. Hatta birbirinizi öldürmeniz için bile o paranın benden uzak durması lazım. Sonuçta silahlar da bedava değil, değil mi?

Beni en çok üzen ise, annemin bakışlarındaki çaresizlik. Somali'li anneler dünyadaki en mutsuz annelermiş. Bu istatistiği kalitesiz bir kağıt parçasında okuyup, hiçbir şey yokmuş gibi aynı kağıt parçasının üzerine oturabilirsiniz, fakat inanın bana gerçeklik payı var. Umurunuzda olduğu için söylemiyorum; sadece, ben adım adım ölüme yaklaşırken annemin gözlerindeki çaresizliğe tanık olmanızı isterdim.

Yine de hakkınızı yemeyeyim. Belki de yüz yirmi ekran televizyonlarınızın karşısında, deri koltuklarınızda oturarak izlediğiniz filmin, yılda milyonlar kazanan başrol oyuncusunun taklitlerinde, bir nebze olsun bahsettiğim sahneye denk gelmişsinizdir.

Yorulmaya başladığımda, iki yüz bin dolarlık bir Mercedes'imin olmasını dilerdim. Bu yolculuğa yaşama tutunmak için değil de, arabamın tekerlekleri toprak yolda hızla dönerken, geride iri toz bulutları bıraktığım bir eğlence olmasını isterdim.

Neyse ki sadece bir arzu. Korkmayın, Mercedes de sizin olacak. Beledweyne'e hiçbir zaman ulaşamadım. Kardeşlerim ya da annem ne yaptı bilmiyorum. Beşinci gün öğleden sonra, damarlarımda akan kanın kaynadığını hissettim. Daha fazla yürüyecek mecalim kalmadı, yere yıkıldım. Küçük kafam annemin zayıf avucundayken, etrafımda toplandıklarını duydum. Bu düşler dünyasına daha fazla tutunamadım. Benim için hayat kurak bir suydu. Son nefesimi vermeden evvel tek hatırladığım, dünyadaki tüketim çılgınlığının ucu sivri bir bıçak olduğu ve o bıçağın karnımı deşerek beni öldürdüğüydü.”