12 Kasım 2018

Mahalle ve cemaat (4)

Mahalleyi anlatırken amacımız, öykünmek, boş hayal kurmak ya da mazide hoş gezinti yapmak değil elbette.

Ya da teatral bir sahne kurup uygulanması imkânsız sözler etmek peşinde de değiliz.

Mahalle, bizim terk ettiğimiz ve unuttuğumuz gerçeğimiz değil, geleceğimizi inşa edeceğimiz en sağlam yaşam modelimiz olduğu için gündemimizdedir.

Tanrılık iddiasında olan %1'in üstündeki %1'leri temsil edenler geçmişle oyalanmıyorlar ve geleceği tasarlayıp geleceğin kavramları ile yeni bir felsefe ve yaşam şekli peşindeler.

Buna karşılık Profesör Yuval Noah Harari'nin tabiriyle “normal yollardan ve özgür olarak doğan son nesil” olduğumuz için bu normalitenin ve özgürlüğün yeterince kayıt altına alınması ve gelecekteki muhtemel büyük çatışmalar ve sonrası için insanlık olarak yeniden doğuşumuzun ve yükselişimizin sağlam temelleri hafızamızda örnekliğini saklasın diye uğraşmaktayız.

Makinenin icadı ile tüm çalışma ve üretim yöntemlerimiz değişti ya.

Böylece lazım olduğu kadar üretmek yok oldu. Kışlık hazırlık yapmak tarihe karıştı. Her şey paketlenir ve bozulmasın diye doğası değiştirilir oldu. Evlerimizdeki ambar ve kiler yerini markete bıraktı. Komşudan ödünç almak kayboldu.

Betonarme denen illet ile ev yapmayı daha basit ve kolay diyerek hayatımıza soktular ya.

Hafif ve yerel malzeme ile geleneksel ev yapma şeklimiz unutuldu. Ahşap, taş ve kerpiç yerini ağır betonarme kolon ve kirişlere bıraktı. Müstakil ve bahçeli evlerimiz yerine çok katlı apartmanlar yapıldı.

Otomotiv endüstrisi ile bizim birbirimize daha çabuk ulaşacağımızı söylediler ve bizi trafikte heder ettiler ya.

Önce o arabaları kullanalım diye geniş bulvarlar ve yollar açıldı. Bunu yaparken doğal eğimli yollarımızın etrafındaki müstakil geleneksel evlerimiz yıkıldı ve yerine büyük apartmanlar dikildi. Böylece daha az alana daha çok insan sıkıştırılmış oldu. Sonra toplu ulaşım başladı. Ulaşım imkânı var diye şehirlerimiz daha da büyüdü. Yığınlar halinde üst üste yan yana plansız ve kaçak apartmanlar her yeri sardı. Ne şehir kaldı ne şehir merkezi. Ne çarşı kaldı ne pazar. Ne han kaldı ne hamam. Geçmişe dair ne kadar vakıf ve kamu eseri varsa hep yıkıldı. Ve bunu hep imarcılar ile belediyeciler yaptı.  

TV'ler ile aile, ahlak, mahremiyet, muhabbet ve benzeri duygularımızı mahvettiler ya.

Magic box denen sihirli kutu gerçekten de sihirliymiş. Normal şartlarda ayıp ya da günah olan herhangi bir davranış TV'ler vasıtasıyla normalleşti ve hayatımızın merkezine oturdu. Ailenin merkezi sevgi ve muhabbet iken, içinden cerahat akan TV'ler oldu.

İnternet ile yalnızlaştırdılar ve sanal sosyal siteler ile benliğimizi bitirdiler ya.

Nasıl “gitmek için yol yapılmaz, yol olduğu için gidilir” ya, sözde iletişim için icad edilen internet ve sosyal medya da yalnızlaşmamızın ana sebebi oldu.

Tüm bunlar 20. Yüzyılın başından itibaren 21. Yüzyılın başlarında olduğumuz şu günlere kadar yaklaşık 100 yıl içinde oldu. İnsanlık tarihinin on binlerce yıllık kadîm geçmişi bir yüz yılda alt üst edildi.

Demokrasi, insan hakları, eşitlik, özgürlük haykırışları altında, büyük zulümler, savaşlar, yok oluşlar eşliğinde ve her şeyi çağdaşlık modernlik ve uygarlık diye pazarlayarak.

Köyden kente göçü

Konaktan apartmana taşınmayı

Doğal olan yerine suni olanı

Teknik ve zanaat ile üretileni bırakıp fabrikada çoklu üretileni 

Ahlakî olan yerine fütursuz olanı

Kanaat yerine hırsı

İnsanlığa sundular ve ne yazık ki kabul ettirdiler.

Bunun karşısında hiçbir din ya da dünya görüşü, hiçbir aydın, hiçbir hoca ya da hiçbir kurtarıcı gerçek ve kalıcı bir kurtuluş reçetesi ortaya koyup insanlık için bir çözüm üretemedi.

Cılız ve müsaade edilen alan içinde kalmak kaydıyla mahallî gayretler hep oldu ama hiçbiri zülfüyâre dokunamadığı için insanlığın zulüm altında inleyen yüz yıllık makûs tarihi değişmedi.

Devam edeceğiz inşaallah.