MEŞHUR TREN DENEYİ VE (A)SOSYAL MESAFE MESELESİ
Meşhur tren deneyini hatırlatmakta fayda var.
Kendinizi bir demiryolunun kenarında yürürken hayal edin.
Tamda yol ayrımı yapan makasa yakınsınız. İleride, anayolda çalışan 10 işçi
var. Yan yolda ise 1 işçi çalışıyor. O da ne? Freni kopmuş hızla gelen bir
vagonu fark ediyorsunuz. İşçiler ise diğer yöne bakıyorlar. Eğer makası
çevirirseniz vagon yan yola girecek, böylece 10 işçi ezilmekten kurtulacak
ancak bu seferde orada çalışan 1 işçi vagonun altında kalacak. Karar vermek
için sadece 3-5 saniyeniz var. Ne yapardınız?
Evet, zor bir soru. Bu soruya muhatap olan kişilerin %90’ı
“makası çevirir ve 10 kişiyi kurtarmak için 1 kişiyi feda ederdim” demiş.
Soruyu, olayda ufak bir değişiklik yaparak tekrar sormuşlar.
Bu sefer demiryolunun üzerindeki bir üst geçittesiniz. Aşağıda çalışan 10
kişilik bir işçi grubu var ve üzerlerine hızla gelen vagonu görmüyorlar. Birde
bakıyorsunuz ki, üst geçitten sarkmış şişko bir adam çalışan işçileri
seyrediyor. Eğer onu ittiriverirseniz demiryolunun üzerine düşecek ve gelen
vagonu adama çarptırarak yoldan çıkarmayı başarıp 10 işçiyi kurtarmış
olacaksınız. Ne yapardınız?
Bu soru muhataplarını daha çok etkilemiş ve bu sefer
cevapların %90’ı “hayır, ben o adamı ittirmem” şeklinde olmuş.
İki soruda aynı mantık temeli üzerine kurgulanmıştır. Her
iki olayda da tercihinize göre ya 1 kişi ölecek ya da 10 kişi ölecek. Cevaplar
arasında ise neden bu kadar derin farklılık oluştuğunu şöyle açıklamışlar. İlk
sorudaki, makası çevirmek eylemi mekanik bir eylem. Diğer soruda ki adamı
ittirmek ise yakın temas gerektiren daha organik bir eylem. İki eylem için insan
beyninin aynı yeri değil, farklı bölgelerindeki hücreler çalışıyor.
Atalarımızın “Gözden uzak olan gönülden de ırak olur” sözünü
nörolojik olarak ispat etmişler yani.
Tabii ki bu sonuç nöroloji dalında büyük bir devrim sayılır.
Ve insan davranışlarını yönlendirmek isteyen kişiler için çok değerli bir
buluştur.
Sosyal medyayı ele alalım mesela. Orada gördüğüm bir esnaf
“Bu dincileri… diye başlayıp ağza alınmayacak sözlerle devam eden paylaşımlarda
rahatlıkla bulunabiliyor. Dükkanına girip selam vererek 1-2 dakika konuştuğumda
ise, içten bir samimiyetle “Hacı abi çay içmeden bırakmam” diye elinden
geldiğince ağırlamaya çalışıyor.
İnsan evladı kalbinde büyük bir iyilik taşıyor aslında.
Ve kalplerimizdeki iyiliği, birbirimize gösterdiğimiz
saygı, sevgi, güler yüz, sevecenlik besliyor. İnsan olmak, temas isteyen bir
salgındır aslında.
Çok kolaydır Facebook’tan arkadaşlıkları bitirmek, Twitterdan
tehditler savurmak, WhatsApp sert tavırlar yapmak. Makineler de kendi
ruhsuzluklarını bulaştıran virüslerdir. İnsanı duygusuz makinelere çevirirler.
Sevdiğiniz birini görmezseniz, sarılmazsanız, hasbihal
etmezseniz, telefonla aramalarınız görüntülü olsa bile insancıl olamaz. Ve
zamanla o aramalarda azalır, ruhsuzlaşır ve bitiverir.
Şimdi soralım kendimize: Bütün bu başımıza gelenlerin
sebebi, kendi kendine ortaya çıkıveren minicik bir virüs olabilir mi?
Yoksa “Şeytani düşünen birileri, sadece teknolojide
değil, nöroloji, psikoloji, biyoloji, ekoloji ve sosyal alanlarda da ciddi
atılımlar yapıyor ve sonuçları hiçte insanlığın hayrına olacak yenilikler için
kullanmıyor olabilirler mi?”