04 Ocak 2021

MEŞHUR TREN DENEYİ VE (A)SOSYAL MESAFE MESELESİ

Meşhur tren deneyini hatırlatmakta fayda var.

Kendinizi bir demiryolunun kenarında yürürken hayal edin. Tamda yol ayrımı yapan makasa yakınsınız. İleride, anayolda çalışan 10 işçi var. Yan yolda ise 1 işçi çalışıyor. O da ne? Freni kopmuş hızla gelen bir vagonu fark ediyorsunuz. İşçiler ise diğer yöne bakıyorlar. Eğer makası çevirirseniz vagon yan yola girecek, böylece 10 işçi ezilmekten kurtulacak ancak bu seferde orada çalışan 1 işçi vagonun altında kalacak. Karar vermek için sadece 3-5 saniyeniz var. Ne yapardınız?

Evet, zor bir soru. Bu soruya muhatap olan kişilerin %90’ı “makası çevirir ve 10 kişiyi kurtarmak için 1 kişiyi feda ederdim” demiş.

Soruyu, olayda ufak bir değişiklik yaparak tekrar sormuşlar. Bu sefer demiryolunun üzerindeki bir üst geçittesiniz. Aşağıda çalışan 10 kişilik bir işçi grubu var ve üzerlerine hızla gelen vagonu görmüyorlar. Birde bakıyorsunuz ki, üst geçitten sarkmış şişko bir adam çalışan işçileri seyrediyor. Eğer onu ittiriverirseniz demiryolunun üzerine düşecek ve gelen vagonu adama çarptırarak yoldan çıkarmayı başarıp 10 işçiyi kurtarmış olacaksınız. Ne yapardınız?

Bu soru muhataplarını daha çok etkilemiş ve bu sefer cevapların %90’ı “hayır, ben o adamı ittirmem” şeklinde olmuş.

İki soruda aynı mantık temeli üzerine kurgulanmıştır. Her iki olayda da tercihinize göre ya 1 kişi ölecek ya da 10 kişi ölecek. Cevaplar arasında ise neden bu kadar derin farklılık oluştuğunu şöyle açıklamışlar. İlk sorudaki, makası çevirmek eylemi mekanik bir eylem. Diğer soruda ki adamı ittirmek ise yakın temas gerektiren daha organik bir eylem. İki eylem için insan beyninin aynı yeri değil, farklı bölgelerindeki hücreler çalışıyor.

Atalarımızın “Gözden uzak olan gönülden de ırak olur” sözünü nörolojik olarak ispat etmişler yani.

Tabii ki bu sonuç nöroloji dalında büyük bir devrim sayılır. Ve insan davranışlarını yönlendirmek isteyen kişiler için çok değerli bir buluştur.

Sosyal medyayı ele alalım mesela. Orada gördüğüm bir esnaf “Bu dincileri… diye başlayıp ağza alınmayacak sözlerle devam eden paylaşımlarda rahatlıkla bulunabiliyor. Dükkanına girip selam vererek 1-2 dakika konuştuğumda ise, içten bir samimiyetle “Hacı abi çay içmeden bırakmam” diye elinden geldiğince ağırlamaya çalışıyor.

İnsan evladı kalbinde büyük bir iyilik taşıyor aslında.

Ve kalplerimizdeki iyiliği, birbirimize gösterdiğimiz saygı, sevgi, güler yüz, sevecenlik besliyor. İnsan olmak, temas isteyen bir salgındır aslında.

Çok kolaydır Facebook’tan arkadaşlıkları bitirmek, Twitterdan tehditler savurmak, WhatsApp sert tavırlar yapmak. Makineler de kendi ruhsuzluklarını bulaştıran virüslerdir. İnsanı duygusuz makinelere çevirirler.

Sevdiğiniz birini görmezseniz, sarılmazsanız, hasbihal etmezseniz, telefonla aramalarınız görüntülü olsa bile insancıl olamaz. Ve zamanla o aramalarda azalır, ruhsuzlaşır ve bitiverir.

Şimdi soralım kendimize: Bütün bu başımıza gelenlerin sebebi, kendi kendine ortaya çıkıveren minicik bir virüs olabilir mi?

Yoksa “Şeytani düşünen birileri, sadece teknolojide değil, nöroloji, psikoloji, biyoloji, ekoloji ve sosyal alanlarda da ciddi atılımlar yapıyor ve sonuçları hiçte insanlığın hayrına olacak yenilikler için kullanmıyor olabilirler mi?”