17 May 2017

Mevki savaşını memleket mücadelesi diye yutturmayın bari…

Hükümete yakın medyada yaşananlar malum.

Kimine göre bu bir İslamcı-Reisçi, kimine göre İslamcı-Pelikancı, kimine göre İslamcı-Seküler, kimine göreyse İslamcıların kendi arasında bir kavga.

Her türden siyaset temelli kategorileştirmeleri terk eden biri olsam da ideolojisiyle tanımlanmaya alıştırılmış bir toplumda politik aidiyetlerin hâlâ revaçta olduğunu biliyorum.

Tabii ki bütün kimliklerin bizde hâlâ ‘mevki kapma' dürtüsünün rezalet bir makyajı olduğunu da.

Kabulü zor olsa da etiketler, aidiyetler, tanımlamalar üzerinden dünya malının kavgasına koyulanların hüküm sürdüğü bir hayat bu sonuçta.

Bu yüzden Cumhurbaşkanının konuya dair açıklamasından sonra şimdilik ateşi düşmüş olsa da kavganın içten içe yanmaya devam edeceği kesin.

Kimin kiminle, neyin derdinde olduğu üzerine laf ettiğini çözümlemek için işin psikolojik, sosyolojik ve ahlaki boyutunu kurcalamak daha önemli bence.

Ya da ne oluyor neden oluyor da bir zaman birlikte yürüyen insanlar birden negatif duygu ve düşüncelerle kuşatıyorlar dünyamızı.

Evet, bugün birlikte yürüyen hiçbir insanın veya kesimin yarın da birlikte yürüyeceğinin garantisi yok, olması da gerekmiyor.

Bunu hayat defalarca hepimize gösterdi.

Lakin sıradan insanların görmediği neler yaşanıyor da hâlâ birçok ortak noktayı barındıran kişiler hiç benzemezler misali birbirlerini kolayca düşman ilan edebiliyorlar?

Bunun gerçekten ‘vatan, millet' derdine yapıldığı iddiaları ne kadar doğru?

Ya da yumuşak eleştirilerle başlayan itişip kakışmalar şirazeden çıkıp küfürlerin, hakaretlerin, iplerin çekilmesi tehditlerine dönüşürken ‘memleket' ne kadar belirleyici bir dert?

Ne oluyor da edilen nice albenili sözlerin pratikte hayat bulmasına imkân vermeyen yabanıl hissiyatlar kolayca ortaya saçılıyor?

Her şeyden vazgeçtik ‘bir olma, diri olma, iri olma' üzerine onca şey yazılıp söylenirken yaşananların bu gerekli kelamla çok fazla ilişkisinin olmadığı iklimler nasıl çıkıyor ortaya?

Bu tür çekişmelerde memleket derdine bir çabayı değil de maalesef gayri saklanamayan bir ‘mevki kapma' veya ‘lidere, partiye, kesime yakın görünme' isterisini görüyorum.

Cumhuriyet tarihinin en eli düzgün işlerini yapan bir iktidarının nimetlerinden yararlanma özentileri nicedir her alanda öyle şirazesinden çıktı ki çünkü, Eski Türkiye'nin sakat ölçüleri yine baş tacı oldu.

Memleketin en devrimci partisini eskiye dayanan tek bir siyasal ortaklığa tapulamakta, onu kendi mecrasından koparmaya çalışmakta o derece yanlış ve sağlıksız bir gayret oysa.

Hele de AK Parti'nin ülkemizdeki İslamcılar kadar Seküler olanların, Müslümanlar kadar Hristiyanların, Sünniler kadar Alevilerin, Türkler kadar Kürtlerin de partisi olmasının ‘bir, iri ve diri olmak' için önemi ortadayken.

Bizzat kurucusu olan kişinin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ‘Muhafazakâr Demokrat' olarak tanımladığı bir partide ne muhafazakarlığın ne de demokratlığın göz tokluğu, ihtiyatlılığı, hakkaniyetçiliği, ahlaklılığı görülüyor mu çıkan kavgalarda?

Kimse kusura bakmasın ama bu türden ‘En iyi mürit benim' eksenli kavgalar, bir parti içinde farklı görüşlerin aralarında yaşadıkları tatlı çekişmelerden de sayılamaz.

O fikirsel rekabetlerden partileri daha ileriye taşıyabilecek pozitif enerjiler çıkarken bunlardan tamamıyla azaltıcı kötü bir enerji sızıyor. Hem de bütün memleketin üzerine.

O yüzden şunun farkına herkes varmalı artık.

Hayatı hâlâ eski Türkiye'nin okumalarıyla değerlendiren hiçbir grubun, kesimin, siyasi görüşün cemaatin hatta dinin ve mezhebin tapulu malı değil AK Parti.

Bu türden küçük hesapların ve kısır çekişmelerin, AK Parti kadar onun üzerinden Türkiye'yi etkisiz kılma planlarına yarayacağını görmek gerekiyor.

Medyanın, bürokrasinin, iş dünyasının, parti teşkilatlarının, belediyelerin ondan, bundan, FETÖ'den boşalan yerler konusunda iştahlarının kabardığı bir zamanda;

Kendilerinden başkasının kafasının çalışmadığına inanan akıl danelerinin…

Liderin yakınına çul serip, kendini değişmez sayanların…

Bir siyasi partinin ya da liderin kendilerine verdikleri önemi bulunmaz Hint kumaşı olduklarına yoranların…

Bir lideri ve partiyi kendilerinden fazla kimsenin sevemeyeceğini düşünenlerin iyi bir silkelenmesi gerekiyor.

Sahip olma güdülerinin ve egoların boş bırakıldığı bir ülkede en sadık, en keskin, en yaman destekçi ve yandaş olunduğunu iddia etmenin bir hastalık olduğu hatırlatılarak hem de.

Bu açıdan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamaları nerede durursa dursun kraldan çok kralcı kesilenleri silkelemek için ilk adımdı bence.

‘Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki. Siyasi parti için esas olan, dürüst, ilkeli, vatanını, milletini seven, parti ilkelerine uyacak insan aramaktır. Ama bazıları işi tamamen şirazesinden çıkardı. İşi, kendi belirledikleri çerçevede kalan insanları ‘doğru', onun dışındakileri de ‘yanlış' addetme noktasına getirdiler.'

Söz yalnızca bir kesime değil mevki kapma konusunda şirazesi kayan herkese…