VF kat sol
VF kat sağ


Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 668

“Hükûmet, Kıbrıs Dâvâsına kayıdsız!”

Halkevi'ndeki toplantıda, genç hatîblerin yaptığı çok dikkat çekici bir tesbît, (mâhûd) Hükûmetlerin o günlere kadar Kıbrıs Dâvâsına bîgâne kalışlarıdır… Frenk mukallidliğini mârifet bilen bu teslîmiyetçi Hükûmetlerin Kıbrıs siyâseti, ancak, milliyetçi Üniversite Gençliğinin ve onun peşi sıra, efkârıumûmiyenin zorlamasıyle değişecektir:

“Türk Gençlik Teşkilâtı ile Türk Kültür Ocağının tertip ettiği bu heyecanlı toplantıya, öğleden sonra, İstiklâl marşile başlanmış, müteakiben söz alan gençler, Kıbrısın Öz Türk malı olduğunu, ada el değiştirecekse İngilterenin Kıbrıstaki halefinin Yunanistan değil, ancak ve ancak Türkiye olmak icap ettiğini, adadaki Rumların ya komünist yahut kilise tahriklerile hareket ettiklerini belirtmişlerdir.

“Hatiplerden bazıları, Kıbrıs dâvası ile yalnız Türk matbuatının ve Türk gençliğinin alâkadar olduğunu, hükûmetin bu dâvaya kayıtsız göründüğünü, halbuki Yunan hükûmetinin bu meseleye yakından alâka gösterdiğini belirtmişler ve Şükrü Saracoğlunun, Kıbrısa geldiği zaman içten gelen tezahüratla karşılaştığını hatırlatmışlardır.

“Bazı hatipler de plebisitin hukukî veçhesi üzerinde durmuşlardır. Bu mevzuda bir hatip şöyle demiştir:

‘- Âriyet verilen bir mal, asıl sahibine âittir. Kıbrısın hakk-ı müktesebi Türkiyenindir. Kıbrısın mülkiyeti hakkında konuşmak hakkı yalnız Türkiyenindir.'

“Bir hatip de şöyle konuşmuştur:

‘- Kıbrısta Türk ırkından olmıyan 200 bin kişilik bir güruh vardır. Irkan Venedikli, Cenevizli, Romalı; resmî tarafı İngiliz, ruhan yüzde doksan dokuz komünist tahrikçisi… İşte, adanın Yunanistana ilhakı için plebisit teklifinde bulunan bu ne idüğü belirsiz gruptur.'

“Bu protesto toplantısında heyecanlı şiirler de okunmuş ve (Tanrı Türkü korusun) parolası tekrar edilerek toplantıya son verilmiştir.” (Yeni Sabah, 15.12.1949, ss. 1 ve 5)

Kıbrıslı Türklerin bir hayâl kırıklığı da Saraçoğlu'ndan

Bu haberde, hatîblerden bâzıları, [Kemalist] Hükûmetlerin, Yunan Hükûmetlerinin aksine, Kıbrıs Mes'elesine alâka göstermemelerinden acı acı yakınmışlar… Bu meyânda, Şükrü Saraçoğlu'nun Kıbrıs'taki ikāmetini bahis mevzûu ederek, Türkler tarafından büyük tezâhürâtla karşılanan bu [Kemalist] Devlet adamının da alâkasına mazhar olamayışlarını üzüntüyle hatırlatıyor ve Hükûmete sitem ediyorlar… Bu vak'a üzerinde bir nebze duralım: 

“Millî Şef”in Hâriciye Vekîli (bilâhare Başvekîli) Şükrü Saraçoğlu'nun (İzmir, 1887 – İstanbul, 27.12.1953) o zaman, Lefkoşe'ye giderken, Kıbrıslı Türklerin mes'eleleriyle meşgūl olmak gibi bir niyeti yoktu… Lefkoşe'ye, 18-19 Mart 1941 günlerinde, Türkiye'nin 2. Cihân Harbine İttifâk devletleri saflarında girmesine dâir İngiliz teklîfini İngiliz Hâriciye Vekîli Anthony Eden (1897 – 1.1.1977) ve General Dill ile müzâkere etmek üzere gitmişti… (Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl; İkinci Dünya Savaşı Yılları; 1939-1946, Ankara: TC Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Siyaset Planlama Genel Müdürlüğü, 1973, s. 100)

Öyle ama, hazır oradayken Türklerin mes'elelerine de alâka gösteremez miydi? Hattâ  İngilizlerle Cihân Harbine girmek derecesinde hayâtî bir mes'ele müzâkere edilirken, Kıbrıs da bir pazarlık mevzûu edilerek, hiç olmazsa Harb sonrasında Türkiye'ye iâdesi taleb edilemez, bu husûsta onlardan bir söz alınamaz mıydı?

Bu, bizim ve Kıbrıslı Türklerin aklına gelebilir, ama Saraçoğlu, “Millî Şef”, “Necmeddin Sadak” gibi Avrupa'ya teslîm olmuş siyâsetçilerin aklına gelmez! Onlar böyle millî mes'elelerle meşgūl oldukları vakit de, bunu ancak efkârıumûmiyenin zoruyle, siyâsî ikbâl ve menfâat sağlamak için yaparlar!

 

 

1_24

 

(Yeni Sabah, 14.12.1949, s. 1)

Kıbrıslı Türklerin 11 Aralık 1949 2. Ayasofya Nümâyişi, 14 Aralık 1949 târihli Yeni Sabah gazetesinde, bir yorumlu haberin mevzûu oldu: “Kıbrıs Türkleri galeyân içinde!”… Türkiye'deki Kıbrıslı Üniversite talebeleri ve münevverler ile Ayasofya Nümâyişlerinin çaktığı kıvılcım, artık alev alacak, Kıbrıs Mes'elesini sâhiblenen Üniversite Gençliği, büyük nümâyişlerle Mes'eleyi efkârıumûmiyeye mâl etmiye başlıyacak, matbûât onu tâkîb edecek ve bir müddet sonra Hükûmetler de kervana katılmak mecbûriyetinde kalacaklardır…

*** 

 

Saraçoğlu'nun Kıbrıs'a gittiği devirde (Mart 1941) Ada'da neler yaşanıyor, hangi şartlar cârî bulunuyordu? Türkler Saraçoğlu'nu nasıl karşıladılar, nasıl hayâl kırıklığına uğradılar? Bu husûstaki ibretâmîz mâlûmâtı, Faiz Kaymak'ın Hâtırât'ında buluyoruz:

“(Planlı ve örgütlenmiş olarak fırsat kollayan Enosis'çiler,) 1931 yılında, Vali'nin konağını ateşliyerek ayaklandılar ve İngilizleri Ada'dan kovmak için gösterilere başladılar. Bu çıkış karşısında, sömürge hükûmeti sertleşerek, sıkı, önleyici tedbirler aldı ve şımarttığı Enosis'çilerin liderlerini Ada'dan sürüp uzaklaştırdı.

“ ‘Kavanin Meclisi'ni kapatıp, yoketti. Ada'yı ‘illiberal' yasalarla yönetmeğe başladı. Okullar içinde sıkı denetim uygulayarak, ‘kitapsız eğitim' kuralı yarattı. Millî Marş söylenmesini yasaklayarak, öğrencilere İngiliz Kral Marşı'nı söyletmeyi buyurdu. Okullara Millî Bayrak çekilmesini önleyerek, İngiliz bayrağını çektirdi. Büyüklerin resimlerini duvarlardan indirtti. Daha nice sıkı denetimle ‘millî duyguları öldürmek' politikasına alabildiğine girişti.

“Ne var ki, bu sıkı denetim, Rum'lardan çok, Türklere uygulandı. Hükûmete her dönem ‘sadakat' göstermiş bulunan zayıf Türk toplumunu, kabile reisleri gibisine yönetilen bir bir zümre durumuna getirdi… Türk lisesinin adını ‘İslâm Lisesi' olarak değiştirdi.

“Bu tutum, II. Dünya Savaşı'nın patlamasıyla gevşemeğe başladı; 1940'da [doğru târih: 18-19 Mart 1941 günlerinde] hükûmet, iki politikacı devlet adamının; Saraçoğlu ve Eden'in, Lefkoşe'de buluşup görüşmeleri nedeniyle, Kıbrıs Türklerini, Türk bayrağı taşıyarak karşılamağa teşvik etti. Millî bayrak çekilmesinin yasaklandığı bir dönemde, çevrenin Türk bayraklarıyla donatılması, -geçici de olsa- Türklerin umutlu düşlere kapılmasına vesile olmuştur. Öyle ki, Sir Antony Eden ile Şükrü Saraçoğlu'nu taşıyan arabayı sevinç ve coşkuyla karşılayarak, havalandırdılar. Baskıdan kurtularak, birdenbire özgürlüğe kavuştuğunu sanan Türk halkı, bunu kutlamak için kurbanlar kestiler! Her yanı ‘Sağol… Sağol…' sesleri çınlattı.” (Kaymak 1968: 8-9)

Velhâsıl, netîce olarak, Kıbrıs Türklerinin sevinçleri kursaklarında kaldı!