‘Oku’ -5

-Ruzname; Kelime Günlüğü'nden-

 

“Oku”manın Cumhuriyet dönemi itibariyle eğitim kurumları, bilgi, ideolojik yaptırımlar, harf ve dil devrimi ve cehalet meselelerine nispet varolma çabasından söz etmiştik. Ardımızdan haberli, ardımızdan güç alan ileri yürüyüşlere açılan “oku”malarla işimiz olmalı demiştik.

Gençlik meltemlerinden, akıl çelicilerin çengelinden, sert rüzgârlardan sebep savrulmaların ardından dönüş yolunu bulduracak doğru perspektifi, hangi malzemeyle ve nasıl inşa edeceğimiz sorusu, “oku” emriyle zarurete ve dolayısıyla ihtiyaca dönüşen okuma eyleminde doğru rota tespitine zorluyor. “Oku”manın önemini kavramak ise bu tespit için temel oluşturuyor.

“Oku”r olmaktan vazgeçmek ya da olmamaya direnmek tehlikeli. Çünkü zihni besleyen böyle bir işten vazgeçtiğinizde -bilhassa günümüzde- onun yerini dolduran ve insanı her türlü kayba zorlayan ve geri noktaya taşıyan bir sürü oyalayıcı araçla muhatap oluyorsunuz. Bu araçlar, bir şekilde idraki ve muhakemesi zayıf insanlar için zararlı hâle geldiği, hayatın en gerçek ve en değerli unsuru zamanı çaldığı için telafisi zor boşluklar meydana getiriyor. Bir ihtiyaç olarak okumanın yoksunluğundan doğan manevi boşlukla ve ömrün boşa giden sayfalarıyla hayatlarımıza ve şüphesiz sonraki nesillerin hayatlarına kara delikler açılmış oluyor. Elbette “ümmi” olduğu hâlde yerden, gökten, havadan, bilumum dünya varlığından aldığı ibretle ve tanık olduğu insan etkileşimlerinin tecrübesiyle zihnini ve kalbini yoğurmuş tefekkür ehli bunun dışında. Zira böylelerinin hayatında “oku”ma işi her an, her yerde gerçekleşen bir meleke âdeta.

Zaten “oku”manın bir alışkanlık olması gerektiğinden söz ederiz biteviye. Hayatta “oku”maya yer açmayı mecburiyete dönüştürme işinin önceliğidir bu. Bedenine ve bütün yaratılmışlara hürmet etmek, Yaradan'ı tanımak, algı ve hâllerdeki incelik, olgunluk, hayatın ve zamanın kıymetini anlamak, kendinin ve dışında olan biten karşısında sabırlı, vakarlı durabilmek ve insan fıtratını bilerek bilinçli yaşamak için illa ki bir “oku”ma tecrübesiyle muhataplık şart.

“Oku”mayı sadece satırlara hapsetmek de doğru bir yaklaşım değil. Öyle ki satırları doğru okumak için bile ümmivari bir tecrübeye muhtaçtır insan. Üzerine düşünülmemiş, gizli ya da aşikâr hakkında konuşulmamış, sağlaması yapılmamış, yani üzerine iki çift olsun laf edilmemiş okumalar beyhudedir. Hafızaya kupkuru, tıka basa, işlenmeden, izah getirilmeden, bir şekilde hayata kazandırılmadan doldurulmuş bilgi, sadırdan pay almadıkça işe yaramazdır. Zira o kupkuru bilginin yığılması, insanlığı olduğundan daha iyi bir noktaya getirme, olanı biteni fark ettirme amacı taşıması yüzündendir. Hayata kazandırılmadıkça, işlenmedikçe bir şey ifade etmez, getirebileceği faydayı getirmez.

Bize bilgiyi işleme ve idrak sürecini en iyi, iki cihan serveri Resulullah (asv) Efendimiz'e Kur'an-ı Kerim'in 23 yıla yayılan inişi ve beraberinde Efendimiz'in, bizzat hem yaşayışı hem de ayetlere getirdiği izahla Asab-ı Kiram'ı Kur'an'a yaklaştırması anlatır. İnsanlığın rehberi ve ilim zirvesi Kur'an, yaklaşık çeyrek asırda tamamlanarak, bir kitap olarak okunarak, üzerine konuşularak, emirleri tatbik edilerek hayatla doğrudan ilişkilendirilerek görünür ve yavaşlatılmış bir akış içinde çoğaltıldı. Peygamber Efendimiz hayattayken Kur'an Mushaf olarak çoğaltılmadı, fakat zihinlerde, kalplerde ve süregelen hayatın içinde öğrenme, tekâmül ve tatbik yani uygulamaya yoluyla yer etti, yaygınlaştı. Bu bakımdan Müslümanların Kur'an'la ilişkisi hem Mushaf okuma, hem hafızada taşıma, hem de hayatı Kur'an ile algılama, onun üzerinden yaşama olarak şekillenir. Daha doğrusu bir Müslüman, Kur'an'dan en asgari biçimde böyle sorumludur. Öte yandan her Müslüman'ın Mushaf'ı sadece okurken yaşadığı manevî tekâmül, batıni yani gizli manada Hakk'ın kullarına bahşettiği kalbe inen rahmete vesiledir. Zira Allah kullarına, Kur'an'la yakınlığın hem zahir hem de batın yönden hep bir rahmete vesile olacağını müjdelemiştir.

İlmin/bilginin kişide doğru yol alması ve yerleşmesi için Hz. Kur'an, indirilişi, okunuşu ve hayata dâhil edilişi yönüyle en önemli örnekliktir bu yüzden.

Kur'an'la ilgili “oku”ma bahsini geçince üstüne daha ne söylenebilir kabilinden Fuzûlî'nin meşhur beyiti geldi hatırıma: Aşk imiş her ne var âlemde/ İlm bir kıyl u kâl imiş ancak”

Ancak iş öyle değil. Görünen, bilinen, yaşananlara dair olsa bile hep bir izaha muhtaç değil miyiz? Hem de şu zamanlarda, aynı olayları yaşarken bile olaya dair bambaşka yorumlar getirdiğimize kim bilir kaç kez tanıklık ettik? Aynı olaylar karşısında zıtlıklara varan farklı yargı ve değerlendirmelerin kaynağı, dünyayı görme, algılama ve anlama biçimlerimizdeki farklardan mı ibaret? Basit bir “görece” meselesiyle kısırlaştıramayacağımız kadar derin sebepleri yok mudur? Keza aynı şey Kur'an'ı aynı seviyeden ve zaviyeden okuyamayanlar için de geçerli değil mi? Ayetler ve sahih hadislerle donanmış delil zenginliğine rağmen, delillere dahi vehimle yaklaşıp indirgeme veya aksi şekilde yorumlama belki hiçbir kitabın ya da olgunun başına gelmediği kadar Kur'an'ın başına geldi. Bu sadece “görece” yaklaşımıyla açıklanabilir mi?

“Apaçık” olanın dahi vehimle karşılandığı bir zamanda Macron gibilerin “karikatür” genişliğine karşı anlayış beklenmesi, karikatür zulmüne karşı direnişin İslamofobi'yle yargılanması, hayretle karşılanası ve beklenmedik bir şey değil. O zaman şunu soralım: Apaçık deliller karşısında vehmetmekle zaman kaybedeceğimize Müslümanların topyekûn şerefini ve sonrasında varlığını hedef alan bu tür tartışmaları en sağlıklı biçimde eritecek ve insanlığın nezdinde Müslümanların itibarını görünür hâle getirecek yordam arayışını konuşmamız gerekmez mi? Bu mücadele de “Oku”ma bahsine dair değil mi?