'Oku' -8

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

“Oku” emrinin insan üzerindeki tesirinden, Kur’an’ın ilk müjdesi oluşunun mahiyetinden ve emrin somuttan soyuta kuşatıcılığından söz etmeye gayret etmiştik.

Okunacak onca şeye rağmen neyi okuyacağımız, neyi okumaya öncelik vereceğimiz meselesi devamlı önümüzde duruyor.

Çağlar aktıkça okunacaklar da arttı. Bu artış hızlanarak devam ediyor. Okuma bilmeye, bilme de olmaya yol açmadıkça hepsi beyhude bir uğraş. Fakat bunun idraki üzerine bir eğitimle karşılaşmamız, gereksiz yığınlar arasında yeni nesillerin bunu kavramasını sağlamak, her geçen gün zorlaşıyor. Okunacakların artışının aksine bir seyir bu.

Okumaya değer olanı belirleme noktasında da muğlak bir seyir var. Neredeyse kişiselleşen okuma akışı içinde kendinize uygun olanı seçip çıkarmak iğneyle kuyu kazmak gibi. Akîl olduğuna inandığınız üç kişiye gitseniz, üçünden ayrı okuma tavsiyesi alabilirsiniz. Birbirinden apayrı kitap listeleriyle geri dönebilirsiniz. Bunun sebepleri ve dayanakları üzerine düşünmek ve makul bir noktaya varmak için de yine bu ayrılıkların izini sürebilecek kadar okuma bilinci kazanmış olmanız gerekir. Oysa bu idraki kazanmak için yine tavsiyeye muhtaçsınızdır. Maalesef bu durumu bir açmaz olarak tanımlamaktan, kervanın yolda düzeleceğini ummaktan öte yol yok gibi görünüyor.

Yaşlara, birikime ve eğitim düzeyine göre kitap listesi oluşturabilmek için önce yerli yayın birikimini etraflıca bilmek, yerli olmayanların yerliye olana nispetini karamak ve bu referansla idraki canlandıracak okumalara hâkim olmak gerek. Bu çağda, bu ehliyeti elinde tutabilenlerle bir şekilde akıcı iletişim sağlamak mümkün mü? Böylesi iletişim ve beslenme yolları da giderek azalıyor.

Bir de son yıllarda eksikliği sık sık dile gelen karşılaştırmalı okuma prensipleri var. Bu yolculuk için de sağlam bir eğitim disiplini gerekiyor. Evrensel düzeyde, bir alana tahsis edilmiş bilgi varlığını kavramak ve ortaya bu karşılaştırmalardan elde edilmiş tespitler ve kestirme yollar koymak için sadece zihnî olgunlaşma yeterli değil; nereye çeksen oraya gitmeyecek bir manevi donanım da gerekli.

Peki böyle bir disiplinle yetişmek için, o alanda diplomalı eğitim almak şart mıdır? Her ne kadar son yıllarda “bilirkişi” olabilmek için akademik eğitim ve eğilimlere dair bir zorakilik başgösterse de okuma/bilme/olma peşindeki fert için bu hiyerarşi içinde olmak etiketten ötesi değildir. Kişi akademik basamakları daha geniş bilgi havzasına erişme aracı olarak görmedikçe sınırlandırıcı bir formaliteden ibarettir yahut geçim kapısıdır. Keza bilginin sahadaki varlığı ve işlevi söz konusu değilse, topluma bir kazanım olarak geri dönmüyorsa âtıl bir düzleme hapsolmuş demektir. Oysa tarihin bize verdiği en önemli derslerden biri, mevcut bilginin icra alanlarındaki doğru ya da yanlış seyrinin nelere sebep olduğudur. Akademik saha, mevcut bilginin araştırılması ve incelenmesinin yanında gündelik hayatın içinde var oluşuna dair bir fikir üretemedikçe görünmez ve faydasızdır. O zaman asıl “oku”ma vazifesini yerine getirememiş ve insana yaklaşamamıştır.

“Oku”maya, yani idrake ve olmaya yol alan kişi, basitten karmaşığa uzanan bir yolculuk içinde bulur kendini. Sağlam eserler doğru yönlendirme levhalarına sahiptir. O işaretler üzerinden “oku”madaki kendine has bir hedefe ulaşma gayesini keşfetmek ve o yönde ilerlemek imkânı doğar. Yönlendirme levhaları, bilginin asıl kaynağını ortaya koyan kılavuzdur. Yani kaynakçadır.

Eğer ilmi ve manevi donanımı yüksek, has “oku”malar yapmış, kendine sağlam yol açmış şahsiyetlerle bir araya gelme ya da onlardan tavsiye alma imkânınız yoksa, kalemini vicdanlı konuşturmuş kimselerin kaynakçalarını kılavuz edinebilirsiniz.

Vicdanlı kalem, kadime ters dönmeye güç yetiremez. Yordamları aykırı olsa bile, hiç olmazsa merkezden, yaradılıştan kopmamak için direnç gösterir. Özüne ve köküne dönük, isyanını nefsine ve haksızlığa yöneltmiş, vandallıktan ve zulümden uzak bir yol seçme gayretindedir. Zaman zaman kendine ayar verecek, aşırılıklarını azarlayacak ve kalemin vebali ile hesaplaşacak kadar da adildir. İrfana yaslanmaktan, ilmini irfanla harmanlamaktan, maneviyatını haksızca sorgulayanları azarlamaktan çekinmez.

Allah, en sevdiği kimi kullarında bile kul oluşunun bir nişanı olarak kusurlu hâller yaratmıştır. Nitekim kusurluluğunu kabul eden mahviyet sahiplerinin sesi, kulak verilmeye değerdir. Onları diğerlerinden ayıran işaretler takip edilmelidir. “Oku”maya talip olanın birincil vazifesi budur.

Arayan bulur, demişler. Zira arayanın ümidi gayretindedir.

Her tür “oku”mada hakikatin peşine düşenlere selam olsun…