07 Mart 2018

Oswald Spengler ve teknik (2)

Oswald Spengler'in Türkçeye İnsan ve Teknik olarak çevrilen (Tercüme: Kâmil Turan, Devlet-Töre Yayınları, 1973) kitabının özetine devam ediyoruz.

İkinci Bölüm:

İlkel insan yırtıcı bir av kuşu gibi yalnız yaşamaktaydı. Bu safhada daha kabilelerden bahsedilemeyeceği gibi, milletlerin de belirtisi yoktu. Meydana gelen yığın cemaat duygusundan mahrum erkeklerin tesadüfen bir araya gelmelerinden teşekkül etmişti. Bu kudretli münzevilerin ruhu, kavgacı, tehlikeli, ganimet duygusundan dolayı kıskançtır. Bu ruh, tabiata karşı sınırsız gururu ile öne çıkmaktadır. Yırtıcı hayvanların silahları tabiîdir. Fakat insanın düşünülen, suni olarak yapılan, seçilen silahları tabiî değildir. Burada sanat, tabiatın tersi bir kavram olarak ileri çıkar. Her teknik ilerleme, insanı tabiattan biraz daha koparmıştır. İnsanın trajedisi burada başlamıştır. Teknik sayesinde o, kendi annesine el kaldıran çocuktur. Fakat her şeye rağmen tabiat insanı çevreler. İnsan tabiata bağımlılığından kurtulamaz. Bu nedenle büyük kültürler birer hezimettir.

Silahlı elin çağı M.Ö. 5000 yıllarına giden bir devri ifade eder. Bu tarihten iki bin yıl sonra, Mısır-Mezopotamya'da ‘Yüksek Kültür'ler doğmuştur. Evcil hayvanların beslenmesi, alaf otlarının ekimini zorunlu kılmıştır. Tüketim bitkilerinin ekim ve hasadı, koşum ve yük hayvanlarının elde bulundurulmasını gerektirmiştir. İnşaat malzemelerinin hazırlanması/nakli, ana yolların yapımını, yük hayvanlarının tedarikini ve gemilerin inşasını mecbur kılmıştır. M.Ö. 5000'lerde ortaya çıkan değişim ruhîdir ve kolektif, ahenkli bir toplumsal harekettir. Kolektif seyri pratik hale getirmenin aracı “lisan” ve “konuşmak”tır. Düşünce, konuşmanın gayesidir. Konuşma monologdan değil diyalogdan doğmaktadır. Konuşmanın temel şekli belagat değildir. Bu nedenle hayvan yetiştirici veya avcı kabilelerin kelimeleri, emir/tespit/itaat/iddia/soru/kabul/ret ile oluşur. Bunların kelimeleri, gemicilik veya balıkçılık yapan toplumların kullandıkları kelimelerden farklıdır. Cümleli konuşmak, kelime düzeni tekniğini kumanda etmek uygarlıkla başlamıştır. Köylülerin kentlilerle karşılaştırıldıklarında kendilerini daha acemi ifade etmelerinin gerekçesi budur. Her lisan nazarî değil pratik niyet ve arzular üzerine kurulmuştur. Her dil, pratik bir tabiata sahiptir ve “Elin düşüncesi”nden oluşmaktadır.

M.Ö 5000 yıl önce düşünce, konuşma sayesinde, hareket eden El'e karşı bağımsızlığını kazanmıştır. Saf entelektüel teknik (Intellectualite technicque), birdenbire kesin olarak her şeyi değiştirmiştir. Yırtıcı hayvan olan insan, sistematik olarak fizik kuvvetini en son sınırın ötesine kadar genişletmek istemiştir. Büyük bir düşünce gücünden doğan çalışmalar icat edilen âletler ile işletilen yapıtlar ortaya koymuştur. Bu çalışmaların başında inşa etmek gelmektedir. Büyük taşlar uzaklardan getirilmiş, tekerlek icat edilerek araba üzerinde taşınmıştır. Hareketin seçilmesi, yolunun yapılması teşkilatlanmayı sağlamıştır. Çoğaltmak fikri, icat etmekten daha farklı bir saha açmıştır. Bu sayede hayvanları evcilleştirmek mümkün olmuştur. Böylelikle et yiyicilerin av fikri genişlemiştir. Yalnız tabiatta öldürülen kurbanlar değil ama insan eliyle yapılan bir çitin sınırları içindeki hayvanlar da avlanmaya konu olmuştur. Elin âletle silahlanması, iki tip teknik ortaya çıkarmıştır: 1) Silahların yapılmasını temin eden teknik, 2) Silahı kullanma tekniği. Buradan hareketle söylenebilir ki, iki kategori insan vardır: 1) Tabiatlarında kumanda etmek hassası olanlar, 2) Kumanda eden insanın objesi olanlar. Kumanda etmek için doğan insanlarla güdülen insanlar arasında hiyerarşik bir düzen oluşmuştur. İdare etme, yönetme, doğuştan maharet isteyen bir tekniktir. Bu, deha ve kabiliyet meselesidir.

Fakat ister şef için olsun ister onun tâbileri için olsun her ikisi de zihnen, vücutça ve hayatlarıyla aynı üstün ünitenin cüzüdür. Teşkilat dediğimiz şey de budur. Bir müşterek harekette organik mevcudiyetten organize mevcudiyet haline, tabiî hayattan devlete doğru kesin adımlar atmak zaruridir. Beşerî kanun galiplerin kanunudur. Devlet, milletin iç düzenidir. Millet ise, bir tek ruhu ama çok sayıda elleri olan bir varlıktır. Milletlerin bazı gürbüz ırkları yırtıcı av hayvanlarının karakterini sadakatle idame ettirmiştir. Bunlar görevlerin organize edilmesiyle ganimet elde etme fikriyle harpçi/işçi toprak soylusu/köylü gibi teşkilatlanmalar yapmıştır. Bu tip kabilelerde insan hayatının önemi kalmamıştır. Tabiata karşı çıkan bu yaratık kendi kendisinin esiri olmuştur. Toplumlar aşağıya doğru çoğalmışlardır. Çoğalan, başlar değil ellerin sayısıdır. Bu nedenle “Şahsiyet fikri”, başlangıcından itibaren kitle toplumuna karşı bir protesto olmuştur.

Şahsiyet ile kitlenin manen uzlaşmazlığa girdiği, ruhun manasını aradığı toplumlar elle cihazlandırılmış Yüksek kültürler oluşturmuştur. Bunlar dünyanın küçük bir sathını istila edebilmiş ve bin yıl dahi yaşayamamıştır. Yüksek kültürler insanlığın yalnız bir parçasını kapsayabilmiştir. Bu bakımdan bu kültürlerde oluşan tekniğin entelektüel vasfı acı meyvelere benzemektedir. Bu kültürler birbirinden bağımsız olsa da birbirlerini takip ederek gelmiştir. Sonuncusu Faust kültürüdür. Kuzey ülkelerinin şartları, soğuk iklim, devamlı mahrumiyetin sert ortamı döğüşmek, daima ileri gitmek isteyen ırkı çelikleştirmiştir. Kan üzerine teşkilatlanmış bu ruh, tüm kıtaları kendine ram etmiştir. Bu yüksek kültürün ilk safhasında iki temel sınıf ortaya çıkmıştır: 1) Silahşör, maceracıdır, olayların içindedir; 2) Rahip/bilgin/filozof kozalite (sebep-sonuç) mantığına göre düşünmektedir. Biri ruhu güçlü hayatın hizmetkârı yapmak istemekte, diğeri hayatını bu ruha adamaktadır. Fakat dünyanın makineleşmesi “tekniğe inanç” haline dönüşmüştür. Teknik artık materyalist bir din olmuştur. Bu tekniğin hikâyesi süratle sona erecektir. Her yüksek kültür gibi teknoloji bir fosildir, er geç çökecektir.