24 May 2017

Ramazan’ın ulviyeti ve Cumhurbaşkanının uçağındaki gazeteciler…

 

Dün Türkiye gazetesinden Fatih Selek'in ‘Makam uçağındaki gazeteciler' başlıklı yazısının ardına Kemal Özer'in ‘Ramazan, münafık vali ve Yahudi mahkûm' başlıklı yazısı denk geldi.

Özer'in kapımıza gelip dayanan Ramazan-ı Şerif'e dair kelamlarını okurken keşke uçaktaki gazeteciler de o yazıyı okumuş olsalar diye düşündüm.

Hemfikir olduğum gibi ‘Ramazan da sadece oruç veya zekât ayı yahut iftar ve sahur sevinci değil.'

“Bunların hepsi netice…

Esas maksat, bunlardan öte bir şey. Ramazan, yeniden Müslüman olma, hesap gününden evvel hesaplaşma, biriktirilenlerden arınma, yüklerden kurtulma, nefes alma, sıhhat bulma, insan olduğunu hatırlama…

İnsanı kibir, gurur, tamah, haz ve şehvet çepeçevre kuşatmış. Yani insan nefsi emmarenin esiri.

İşte Ramazan, insanı bu kuşatılmışlıktan kurtarma ayıdır.”

İnsana dair umutsuzluğumu dillendirmek istediğimde ben de onu saran ‘kibre, egoya, sahip olma dürtüsüne' vurgu yaparım çoğunlukla.

Bu hallerin teshirindeki bedenlerin varlığında ne arınmış bir kul olmanın ne de huzur ve refah içinde yaşayan bir toplum olmanın kolay olamayacağını söylerim.

İnsan ‘ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz' misali yaşar hayatını.

Ne kadar niyetini sakladığını düşünse de dilden dökülen hiçbir kelam ayinedeki kibri, egoyu, kaprisi, tutkuyu, ihtirası gizlemeye yetmez çünkü.

***

Fatih Selek ise yazısına Erdoğan'ın, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduktan sonra 32 ayda 80 yurt dışı ziyaretinde bulunduğunu yazarak başlamış.

Malum Cumhurbaşkanı yurt dışına giderken gazetecileri de alıyor özel uçağına. Böylece hem gündeme hem de gideceği ülkeye dönük açıklamalar daha hızlı ulaşıyor okuyuculara.

Selek, Cumhurbaşkanının uçağına hangi gazetecilerin ne kadar bindiği üzerine küçük bir araştırma da yapmış.

Toplam biniş rakamı oldukça yüksek olsa da dünya kadar ‘iyi' gazetecinin olduğu memlekette Eylül 2014'ten bugüne Cumhurbaşkanının uçağına binen gazeteci sayısı topu topu 20-30 arasında.

Evet, bunun anlamı hep aynı kişilerin devamlı uçakta yer ayırtıyor olmaları.

Çoğunluğu Genel Yayın Yönetmeni olan gazetecilere dair küçük analizleri de sıralamış Selek. En ilginçleri;

  • Erdoğan'ın (ya da danışmanlarının) özellikle istediği isimler var.
  • Bazı gazete yöneticileri davete kendisi icap ederken, bazıları ise Ankara temsilcilerini ya da yazarlarını yönlendirerek görev paylaşımı yapıyor.
  • Bazıları için uçaktaki sohbette konum çok önemli. Mesela Turgay Güler... Erdoğan'ın yanında poz vermek için özel bir çaba sarf ettiği belli oluyor.
  • Uçaktaki sohbetten tek metin çıkıyor. Her gazete röportajı okuruna kendi bakış açısıyla yansıtıyor.

Özer ‘Ramazan'ın hakkıyla ifası için yapılması gereken ilk iş, derin bir tefekkür...' diyor.

Haklı. Üstelik hayatın her alanında bir tefekkür olmalı bu…

Allah'a kullukta yarış için çabalarken nerede yanlışların yapıldığı hatta nerede günahların alındığı, hakların çiğnendiği, sahip olmanın veya daima öne çıkmanın dürtüsüne yenildiği üzerine…

İnsanız, sayısız günahlar işliyoruz…

Ölçüsüzce yiyip içmelerin ötesinde vebal mi sevap mı demeden hesapsız maddi manevi ‘sözde kazançlara' kaptırıyoruz kendimizi.

Ve belki de en kötüsü birazcık hakkımızdan feragat etmeyi beceremeden her kazançlı görüneni sadece kendimize isteme gibi bir günahın tuzağına düşüyoruz.

Dünya malına, şanına, şöhretine kapılıp, gazetecilik gibi çoğunlukla bir ekip işi olan uğraşlarda bile bütün bir ekibin emeğiyle ortaya çıkan işin kaymağını tek başına yemenin benciliğine aldırış etmiyoruz.

Böylece uçaktaki manzaradan yansıyan tuhaflık orta yerdeyken yazılarla, söyleşilerle, ekran tartışmalarıyla ‘makbul insan' veya ‘adaletli toplum' üzerine edilen lafların ‘ahkam' kesmekten başka bir şey olmadığı da ‘şak' diye ortaya çıkıyor.

Şimdi helal-haram, sorumluluk-sorumsuzluk, günah-sevap, haklılık-haksızlık, paylaşmak-tekelleşmek rahatsız edici bir şekilde sırıtırken ortadaki çarpıklığa fit olmak mümkün mü?

‘Çözüm belli…' diyor Kemal Özer.

‘Ya yeniden iman edip, yegâne numûne-i imtisal olan Hz Muhammed Mustafa ve ashabı gibi yaşarız, ya da bizi ateş azabına çağıran şeytanîler gibi…

Özetle ya Hakk'tan yana ya da batıldan yana! Ya Müslüman gibi ya da kâfir gibi…'

Uçaktakilerin Müslümanlıklarını sorgulamak gibi bir haddimiz yok elbette.

Lakin, bir uçağa on küsur defa binmek yerine ekibinden her çalışana uçakta olmanın deneyimini tattırmayan bir yöneticinin pekâlâ yöneticiliği sorgulanabilir.

Ya da her uçağa daveti bir başka çalışan için motife edici bir araç olacağını düşünmeyen bir müdürün liderlik vasfı.

Nefsini kontrol etmekle hükümlü her bir kulun/insanın/bireyin bir poz için özel çabalar sarf etmesinin nereye konulacağı ise başlı başına bir yazı konusu.

‘İşte bu Ramazan'da, şer ambarını boşaltıp, hayr ambarını doldurabiliriz…' diyor Özer.

Evet, şer ambarını dolacağı çok şey var hayatımızda. Lakin, o ambarı şerle doldurmamak için yeterince çabaladığımızı söyleyebilmemiz mümkün mü?

Tek bir örnek bile göstermeye yetiyor bunu.