28 Şubat 2018

Ribatu’l hayl

Enfal suresinin 60. ayeti iki konuya vurgu yapmaktadır: 1) Alet-kuvvet, 2) at.

Günümüz şartlarında zikri geçen iki konunun teknoloji ve binek hayvanları olduğunu söyleyebilmekteyiz.

Bu iki alan, yıllardır içeriğini doldurmaya çalıştığımız “Devletin teknolojisi, halkın ise tekniği olur” fikrimizle uyum içindedir.

Elmalılı Hamdi, ayetin tefsirinde “irhab” kelimesine dikkat çekerek “Ey mü'minler, hepiniz onlar için herhangi bir kuvvetten ve bağlı atlardan gücünüz yettiğini ı'dad ediniz. Yani harb için kuvvetlenmeğe sebeb olacak her neye istitaatınız bulunur ve gücünüz yeterse hazırlayınız (…) Bütün bunları irhab eder, korkutur, sindirirsiniz. Yani gücünüz yettiği kadar bu irhabı yapacak bir halde kuvvet hazırlayınız” demiştir (Yazır Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Neşriyat ve Dağıtım, c: 4, 1979: 2425). Elmalılı Hamdi'nin “kuvvet” ve “ribatu'l hayl” hakkında ayrıca izah vermediği görülmektedir.

İbn Kesir'de ise İmam Ahmed'in Hârun İbn Maruf-Ukbe İbn Âmir'den gelen rivayetine yer verilmiştir: “Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Dikkat ediniz, kuvvet atmaktır, dikkat ediniz kuvvet atmaktır” (İbn Kesir, Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları, c: 7, 1985: 3331).

İbn Kesir, ayetin tefsirinde âlimlerin çoğunun atmayı, ata binmekten daha üstün gördüğünü ancak İmam Malik'in ata binmeyi atmaktan daha efdal saydığını ifade etmektedir. İbn Kesir, cumhurun görüşünü paylaştığını da belirtir.

Türkler at üstünde ok atan bir kavim olduklarından ayetteki idad-ı kuvvet ve ribatu'l hayl terazisini evvel zamanlarda kurmuş bir savaş-infak toplumu olarak tarihe çıktılar.

İbn Kesir'in ayetin tefsirinde yer verdiği hadisler, ‘at'ın varlığına insanlık yaşadıkça kıymet gösterilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır: “Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: Kıyamete kadar atların alnına hayır yazılıdır. Sahibi onun sebebiyle yardım olunmuştur. Kim Allah yoluna bir at bağlar ve besler, nafakası onun üzerinde olursa elini sadaka ile uzatan gibidir, ki onu elinde tutmaz” (İbn Kesir, 1985: 3333).

İbn Kesir'in naklettiği hadislerde atların sahipleri için dua ettiği de görülmektedir: “Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: Hiçbir Arap atı yoktur ki, her fecr vakti dua etmesine izin verilip şu iki duayı yapmasın: Ey Allah'ım, Sen beni âdemoğlundan verdiğine verdin. Beni onun en sevdiği ailesi ve malından kıl. Veya: Ona en sevgili ailesi ve malı kıl” (İbn Kesir, 1985: 3333).

Necip Fazıl da “Hayr, atların alınlarına nakşedilmiştir” rivayetini At'a Senfoni kitabında konu edinmekten kendini alamaz: “Hayr, büyük ve ideal delâleti içinde olmasa da madde işleri cephesinden, o cepheye ait hassasiyetiyle atların alınlarına nakşedilmiştir (…) Allah, hayrı, oraya, atların ışık saçan alınlarına düğümlemiştir (…) At bizzat hayırlıdır ve gördüğü işlerin hepsinde teker teker hayr vardır” (Kısakürek Necip Fazıl, At'a Senfoni, Büyük Doğu Yayınları, 2016: 23).

Necip Fazıl, Allah'ın Kur'an'da at üzerine yemin etmesi karşısında da boyun eğmiştir. Âdiyat (100) suresinin ilk dört ayetini zikreder: 1) “Kasem olsun, soluk soluğa koşanlar üzerine”; 2) “Tırnaklariyle taştan kıvılcım fışkırtanlar üzerine”; 3) “Sabah vakti düşmanı basıp etrafı toz dumana boğanlar üzerine”; 4) “Peşinden doğruca düşman saflarının içine dalanlar üzerine.”

Bu dört ayet karşısında ata teslimiyetini ikrar eder: “Kur'an'ın ancak zâhiri mânâ plânındaki bu bildirişi, atı, olanca maddesi, ruhu ve işiyle o türlü meydana koyuyor ki, karşısında topyekûn kelâm âlemi müflis... Bu zâhiri mânanın bir de aslî lisanı içinde, yani Allah kelâmı olarak namütenahi ulviyetine gönlümüzü çevirince içimizi şöyle bir duygu yakacaktır: Dış perdesinden ve muazzam bir nur cümbüşü içinde atı seyrettiğimiz sonsuz bir hikmet ve bu hikmetin bize üflediği derin haşyet (…) Estetik, fikir, şekil ve rûh hep bir arada. Mahlûkları kendi üzerine yemin etmekle mükellef bulunurken Kendisi mahlûkları üzerine yemin eden Allah'ın ebediyen lütûflandırdığı at, bütün zâhirî mânanın çerçevesi içindedir. İşte at, mübarek at, Hâlik'in sevdiği, övdüğü ve üzerine yemin ettiği at” (Kısakürek, 2016: 21-22).

Heidegger'e göre modern insanı belirleyen olgu, teknolojiye olan bağımlılığıdır. Teknoloji, nesneleri kavramayı ve kullanımı o biçimde değiştirmiştir ki insanlar endüstriyel düzene katılım göstererek ona ilişkin dünya görüşünü benimsemek zorunda kalmıştır. Teknolojik çağda bir nesnenin varoluşu kendi başına semiren teknolojik sistemin hammaddesi oluşu anlamına gelmektedir. Heidegger, teknolojinin üretim metafiziğine alternatif, otantik bir çalışma ve üretme biçimi geliştirmeye çalışıyordu. Modern teknolojinin Alman ulusunun çalışma ortamında meydana getirdiği köklü değişimler hakkındaki umutsuzluğu, onu Almanya için kurtarıcı bir alternatifi arama çabasına itmişti (Ahmet Âdemoğlu, Heidegger'in Modernlikle Yüzleşmesi, Divan Dergisi, sayı:1996/1, 1996: 176-177).

Almanlar bugün tabiatla uyumlu bir toplum sistemi kurdular, nüfuslarını ülke coğrafyasına yayan bir kentleşme düzenini hayata geçirdiler.

Biz Türkler at ile Batı'ya cevap verebiliriz. Teknolojiyi/kuvveti/atmayı devletin; tekniği/at bağlamayı/binmeyi milletin karakteri kılabiliriz.

Millet, bu sahanın bütününü kaplayan varlığın adıdır. Millet dediğimiz bu büyük varlık her tarafta devletin hüviyetine bürünür. Millet, devlete irade ve hayat verir (Nurettin Topçu, İradenin Davası-Devlet ve Demokrasi, Dergâh Yayınları, 1998: 51). Milletimiz Doğu ve Batı'ya korku salıp onları kendi içlerine sinmeye (irhab: ruhbanlaşma) sevk etmelidir.

“Cezayir'in atları / sever çılgınca Tanrı'yı ve insanı” (Sezai Karakoç, Kutsal At).