VF kat sol
VF kat sağ

07 Aralık 2015

Şiddetin rengi...

Dayak yiyor, psikolojik şiddet görüyor, vuruluyor, hatta öldürülüyor.

Kadından bahsettiğimi küçük bir çocuk bile tahmin etmiştir. Yeryüzünün en çok şiddete maruz kalan cinsi, kadın…

Birçokları için kadına yönelik şiddetin dillendirilmesi rahatsız edici. Bunu çevremde en çok da erkeklerde görüyorum. “Dünyada bu kadar şiddet türü varken…” diye başlıyor cümleler.

Bu kadar şiddet türünde saldırganın hep yabancı ve düşman olduğu gerçeğini görmezden geliyorlar nedense. Kadına yönelik şiddette ise saldırı hep en yakınlardan geliyor maalesef ve emin olun bu durum düşman bombardımanı altında kalmaktan çok daha yaralayıcı bir kadın için.

''Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü'' nedeniyle Birleşmiş Milletler 16 günlük bir “duyarlılık” kampanyası başlattı geçen hafta. Kentlerde dikkat çeken eserler iyimserliğin rengi turuncuya boyanıyor. Bu tip eylemlerin şiddetin önüne geçmede zerre kadar faydası olmadığını düşünenlerdenim ben. Konuyu gündeme taşımaktan başka faydası olmuyor maalesef. Çünkü olay şiddetin kaynağında yani erkekte bitiyor. Önemli olan erkekleri, “kadınların kendilerine köle olarak yaratılmadığına” ikna etmek.

Fiziksel şiddeti bir kenara koyuyorum. O çok daha patolojik bir konu ve altında psikolojik sorunlar yatıyor. Bugün gündeme getirmek istediğim şey “sorumluluk şiddeti…”

Erkeklerin, çocukların ve çevrenin bitip tükenmek bilmeyen beklentilerine cevap vermek için çırpınıp duran, hatta bu uğurda ruh hali bozulan kadınlar…

Ev işleri, çocuklar, eş, dost, akraba, konu komşu, hele bir de çalışıyorsa iş sorumluluğu arasında ağır bir yükün altında ezildikçe eziliyor kadın.

Eğitim seviyesi, maddi kazancı da kadının durumunu iyileştirmeye yetmiyor maalesef çünkü hayatı paylaşma kültüründen fersah fersah uzak bir toplumuz.

Bakıcı mı bulunacak çocuklara? Kadının görevi.

Temizlik için yardımcı mı alınacak? E tabi kadın yapacak bunu da. Çocukların ödevleri, veli toplantıları, akşam yemeği, mutfağın toplanması, çamaşır, ütü…

Çevremdeki hemen her kadın, bir türlü yetişemediği ve tekrarlamaktan yıldığı ev işlerinden şikâyetçi. Erkeklerin aklının ucundan bile geçmeyen yüzlerce küçük iş, kadınları bekliyor bir çığ gibi üst üste yığılarak…

Hâsılı kelam, kadını altında ezildiği yükten biraz olsun kurtarmanın 2 yolu var:

  • Birincisi erkeklerin hayatı paylaşmaya başlaması ki bu, oğulların doğru eğitilmesiyle çok uzun vadede çözülebilecek bir sorun.
  • Diğeri, devlet eliyle kadına destek vermek…

 

Kadını elinden tutup kaldıracak en büyük güç, doğru planlanacak kadın politikaları.

Başbakan Davutoğlu'nun önceki gün açıkladığı “annelere doğum sonrası uzun süreli kısmi çalışma imkânı getirilmesi, tam gün okullar ve belediyelere getirilecek kreş zorunlulukları” kadının yükünü kısmen hafifletecek çalışmalar. Yeni aile bakanı Sema Ramazanoğlu'nun da bu alanda ayakları yere basan son derece güzel projeleri var. Gönül ister ki bu düzenlemelerden sadece devlet kurumlarında çalışan kadınlar değil, özel sektörün köleleştirdiği kadınlar da yararlanabilsin.

Mesela haftanın 6 günü çalışmak zorunda kalmasın hiçbir kadın. Akşam 5'te çıkıp çoluk çocuğunun yanına gidebilsin. Veli toplantısı için izin alma hakkı olsun iş yerinden. Çocuğunun doğum gününde yanında olabilsin. Erkeklerden daha fazla yıllık izin yapabilsin vs.vs.

Bunlar ekonomik olarak ve çalışma sistemi açısından, özel sektörü zorlayacak konular ama toplumsal sağlığımızı korumak için zannettiğimizden çok çok daha önemli.  Ve hayata geçirilebilirse, toplumun ezmekten yorulmadığı kadının imdadına bir koltuk değneği gibi yetişecek, şiddeti de aynı oranda azaltacak.

Buna bütün kalbimle inanıyorum…