13 Temmuz 2020

Sosyal Medya …

Bugünlerde sosyal medya tüm ülkenin gündeminde. Kimisi toptan yasaklansın diyor, kimisi sosyal medyaya dokunmayın diyor. Ama bir gerçek var ki herkes onu kullanıyor ama aynı zamanda herkes, sosyal medyadan dolayı linç edildiğini, mağduriyet yaşadığını söylüyor. O halde bu konuda nasıl hareket edilmeli?

 

Meseleyi daha iyi kavrayabilmek ve uygun çözümler bulabilmek için evvela “sosyal medya” dediğimiz mecranın tarihine biraz bakalım. İnternetten sonra hayatımıza girdiğini düşünsek de, aslında insanın ilk yaratılış anından itibaren sosyal medya hep vardır. Hz. Adem'e secde etmeyi reddeden, “O topraktan yaratıldı, ben ise ateşten” diyen şeytan da aslında bir çeşit sosyal medya kullanarak kendisinin PR'ını yapmıştı. Bunun üzerine cezalandırılan şeytan, intikam almak için, yeni bir sosyal medya taktiği ile Hz. Âdem ile Havva'nın Cennet'ten kovulmasına sebep olan olmuştu.

 

Tarihin her döneminde bir şekilde var olan sosyal medya, yüzyıllar boyunca ticaret kervanlarıyla hayatiyetini sürdürdü. O günü şartlarında her türlü haber, dedikodu ve bilgi akışı bu mecra üzerinden yürüdü. Kervanların konakladığı menziller olan kervansaraylar ve hanlar da bu anlamda önemli bir sosyal medya aracı olmuştur. Uzak ülkelerin haberleri, önemli bilgiler, dedikodular, destanlar ve efsaneler bu mekânlarda dinleyici buldu ve kulaktan kulağa yayıldı. Bu mekânlar aynı zamanda ispiyonaj ve istihbarat faaliyetlerine vesile oldu. Faruk Nafiz Çamlıbel'in ünlü “Han Duvarları” şiiri de bir handa yazıldı. Ve o handan yolu geçen Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ın hikâyesini de o şiir üzerinden öğreniyoruz.

 

Daha sonra kahvehanelerin açılmasıyla sosyal medya yeni bir zemine daha kavuştu.

İstanbul'da ilk kahvehane, 1554 yılında Tahtakale semtinde açıldı. İlk zamanlar tanışmalara, sohbetlere ve hatta kitap okumalarına imkân sağlayan bu mekanlar, zaman içinde daha çok siyasi dedikoduların yapıldığı yerlere döndüler. Hatta devlet yönetimi rahatsız olduğu için zaman zaman bu mekânları kapattı. Ancak zaman içinde dedikodu dozu o kadar ileri gitti ki Yeniçeri teşkilatının kapanmasına kadar giden bir dizi olaylar yaşandı.

 

Şimdi gelelim kahvehanelerin Avrupa'daki tarihine. Bilhassa Viyana kuşatması vesilesiyle Avrupa kahve ile tanıştı. Sonrasında oralarda da kahvehaneler açıldı. İlk defa 1650 yılında önce Londra'da, daha sonra Oxford'da kahvehane açıldı. Ancak o dönemde Papa tarafından, “şeytanın içeceği” ve “Türklerin içtiği esraregngiz içecek” şeklinde adlandırılan kahvenin içilmesi hoş karşılanmadı. Ancak bu tür itirazlara ve siyasi baskılara rağmen İngiltere'deki kahvehaneler faaliyetlerini sürdürdüler. Ve bu arada çok önemli gelişmelere ortam hazırladılar. Mesela Londra'daki kahvehane, hisse senetlerinin alınıp satılmasına vesile oldu ve Londra Borsasının halka yayılmasında çok büyük rol oynadı. Londra Borsası o zaman henüz yeni kurulmuştu ve kaba-saba davranışları dolayısıyla sıradan insanlar oraya giremiyordu.  Oxford'da kurulan kahvehane ise daha çok Oxford Üniversitesinin hocalarının devam ettiği bir mekândı. Burada ilmi sohbetler yapılıyor ve adeta burası bir halk akademisi gibi işliyordu.

 

Bütün bu tarihi olaylar bize gösteriyor ki, her şeyi hayra da şerre de alet edebilirsiniz. Yeter ki ne yaptığınızı bilin.

 

Bugün sosyal medya bizler için aynı şeyi ifade ediyor. Kanuni düzenleme yapılsın elbette. Ancak bu yetmez. İşin sosyolojik, psikoloji, ahlaki ve teknik boyutları çok daha önemli. Bu konularda gerekli çalışmalar yapılmalı ve bunların toplum faydasına kullanılmasının yolları bulunmalı. Mesela sosyal medya okuryazarlığı konusunda hem okullarda hem de farklı mecralarda eğitimler verilmeli. Araştırma, tahkik ve şüpheci olma kültürü verilmeli. Dahası faydalı içerikler üretilmeli. Bu konularda yerli alternatif yazılımlara önem verilmeli ve mevcutlar devlet tarafından desteklenmeli.

 

Aksi takdirde bu mecralar ile mücadele etmek kolay değil. Toptan kapatmak veya yasaklamak asla çözüm olmaz. Zaten teknik olarak da bu mümkün değil.