Yusuf Atam ile sermaye, faiz ve kar üzerine hasbihal
Güneşler
doğdu, aylar doğdu, ben hâlâ perîşânım! Çakar şimşeklerin karşımda, yırtar,
çiğner âfâkı; Henüz rûhum, fakat, bir yağmurun bin canla müştâkı
mısraları ile Yusuf dedemin kapısındaydım. Yusuf dedem, oğlum Selim kalbin nasıl dedi? İyi dedim, şükür
nefes alıyoruz? Peki dedi nefes seni alıyor mu? Sazın telinde kelam ile nefes
kemal olurken kalbimi düşündüm. Oğul dedi, Yusuf dedem “Doğruluk bir sermayedir ve bütün iyilikler bu sermayenin kârıdır; bu
kâr ile insan ebedi tadı bulmuştur.” Kalp işte Selim o zaman senin olur,
kalbin de selim olur, dedi. Kar taneleri nasıl ahenkle düşüyordu. Ayazın
içindeki nizam dosdoğru idi de benim kalbimde doğru olmayan nedir, dedim. Yusuf
dedem mütebessim ve müşfik “Bak, kimin
düşündüğü ‘ile söylediği bir olursa, işte doğru insan odur – dedi- Onun içi
dışı gibi, dışı da içi gibidir; doğru ve dürüst insan böyle olur. İnsan gönlünü
çıkarıp, avucuna koyarak, başkaları önünde, mahcup olmadan, dolaşabilmelidir.
Saadette yükselmek için, insana doğruluk lazımdır; insanlık doğruluğun adıdır,
inan. İnsan nadir değil, insanlık nadirdir; insan az değil, doğruluk azdır.”,
deyicek lal olan kalbimin selim tarafını sezmeye başladım. Gönlümü avucuma
almak mı? Başkaları önünde mahcup etmeyecek o kalp nasıl bir doğruluk sözü idi.
Nefessiz kelam böyle mi nefesleniyordu? Nefes beni böyle mi tanırdı? Onca büyük
lafın yanında içi dışı gibi, dışı da içi
gibi olmak çok mu zahmetliydi? İnsanlık insanlık diye edilen onca lafın
mefhumu bunca sade ama derin miydi? Bileceksin oğul dedi, yağan kar taneleri
nasıl biricik ise insan kadar da kader var dedi, Yusuf dedem. İşte ağzın doğru
dedikçe amelin doğru olmaz, ritüelleşen her mana mefhumuna yabancılaşır ve sen
kalbini yitirirsin Selimim. Aklını topla evlat derken tatlı ayazda güneşin
selamına çıkıyordu.
Yusuf dedem aklı nereden toplayacağım. Selim dedi, aklın
nasıl evlat? Doğruluk sana yoldaş için dışın dışın için gibiyse nadir olan
insanlık ve doğruluk yolu akılda ve onun selimiyetindedir evlat, dedi. “ Her türlü
iyilik akıldan gelir; insan bilgi ile
buyur ve temayüz eder… Akıllı olmak çok faydalıdır; bütün iyiliklerde aklın
hissesi vardır.”, derken Yusuf dedem aklımı eline alıp karlar ile yuğar
gibiydi. Kalp selim olduğunca akıl selim olacak ki iyilik manası tecelli etsin.
Ben mi amelimi amelim mi beni var ediyor? Yusuf dedem, dedim akıl ile gelen bu
iyilik nicedir? Yusuf dedem bak dedi bu kar yağmasa bu toprağın kalbi de aklı
da kururdu. Yani kendinden fayda var edemez. Bak toprağa karşılık beklemez, sen
ona ihanet etmedikçe verir ha verir. “İyi, halka faydalı olan ve bundan
dolayı ona zevk veren şeydir. İyinin vasfı faydalı olmaktır. Kendi istifadesini
düşünmez, başkasına fayda temin eder ve buna mukabil, bir karşılık beklemez.”, dedi Yusuf dedem. Doğruluk ve iyilik
kalp ve akıl işte bu ahenk ve muvazene bizi insanlığa taşır evlat dedi. İstifade
düşünmeyen bir faydalı olma ülküsü nice şeydi? Elinde eriyen karlar bereket
olup, can olup akıyordu. Faydalı olmak, iyi olmak aklın ve kalbin Selimim senin
insan olmandır, dedi. Akif geldi yine dilime; İlâhî! Serserî bir
damlanım, yetmez mi hüsrânım? Bırak, taşsın da coştursun şu vahdet-zârı îmânım.
Yusuf dedem ufuklara baktı. “Hayatı
sermaye yap, bunun faizi iyiliktir, Doğruluk bir sermayedir ve bütün iyilikler
bu sermayenin kârıdır; bu kâr ile insan ebedi tadı bulmuştur.” Ben şaşırdım. Faiz, sermaye ve kâr bunlar
modern zindanın zangoçları değil miydi? Yusuf dedem neler dedi böyle? Hayat,
doğruluk, iyilik ile aklın ve kalbin selim olduğunda Selimim zevkinde sen gibi
olur. Sermayen faiziyle sana kâr sağlar. İşte o zaman kar toprağın derinlerine
sızar da hayat olur, o kabilden insanlıkta kalbin, aklın ve zevkin Selimim bu
kavramlardan beslenirse sen her zaman ve devirde sen kalır ve âlem için nizam
umudu olursun. “Cömertlik, insanlık, fayda ve iyiliğin hep iyi insandan
geldiği şüphesizdir.”, derken Yusuf dedem insan diyordu bu âlemin varlık ve
yokluk sebebi. İncecikten bir kar yağar tozar elif diye diye kelamıyla sazın
teline ahenk ve muvazene ile vururken dedem, H2Olar donmuş halde bahçemize
doluşuyor ve devreden bir derviş asudeliğinde döne döne bereket olup toprağa iniyordu.
Kalp, akıl ve zevk kendi bütünlüğü içerisinde hakikatiyle birleşince insan ve
insanlık manası zuhur eder; amellerimiz bizi, biz amellerimizi var eder halde
hayat sermayemizi ebedi bir tada dönüştürebiliriz. Toprağa sızan karlar gibi
Yusuf dedim kelamı aklımdan kalbime ruhuma iniyordu. Ne arıyorduk ki biz derken
Akif’in, Ömürler
geçti, sen yoksun, gel ey bir tânecik Ma’bûd, Gel ey bir tânecik gâib, gel ey
bir tânecik mevcûd! Ya sıyrılsın şu vahdet-gâhı vahşet-zâr eden hicran, Ya bir
nefhanla serpilsin bu hâsir kalbe itminan, dediği o yeri düşündüm hicranla. Yusuf Dedem sazın teline vurdukça sözü coştu ve nihayet “Ey
mert insan, insan ol ve bu vasfınla yüksel; insan insanlık yolunu böyle tarif
etti. İnsan ol, insanlara karşı insanlık yap; insan vasfını kendin için en
yüksek bir unvan olarak taşı.”, dediği sesi kalbimde, aklımda ve
zevkimde adımdaki o selim manayı hatırlatmaya başlıyordu. İnsanlara karşı
insanlık yap!
Asırlar devrilir:
Çamlar, çınarlar çırpınır yerde. Bütün zerrâtı sun’un bir müebbed neşveden
serhoş; Sağım serhoş, solum serhoş, İlâhî, ben ne yapsam boş! Ömürlerdir, gözüm
yollarda, hâlâ beklerim, hâlâ, Şuhûd imkânı yok, coştukça hilkatten bu vâveylâ.
(Akif,
Secde)
Açı doyur, çıplağı giydir….
Vesselam