VF kat sol
VF kat sağ

07 Haziran 2017

Zeytin ve diğerleri…

 

Kaç gündür gündemimizde zeytin.

Nicedir dönüp dönüp gündeme gelen kanun tasarısı, kısaca ‘zeytinliklerin sanayiye ve inşaata açılması tasarısı' olarak algılandı kamuoyunda.

Lakin onca tartışmaya rağmen küçük değişikliklerle ‘Üretim Reformu Paketi' Sanayi Komisyonu'ndan geçti.

Tasarıda zeytinliğin tanımını değiştiren madde çıkarılırken, tepki çeken 4'üncü madde geçti. Bu madde zeytinlikleri koruyan kanunu deleceği için tepki çekmişti. 

Meraları imara açan madde geçerken kıyı kanununun küçükten delinmiş olması baktığı her yeri bina ve inşaat görenlerin iştahını kabartacak bir gelişme maalesef. Bu haliyle de doğal kıyı oluşumlarının dolgularla farklı amaçlı alanlara dönüştürülme olasılığı var çünkü.

Türkiye'de yıllardır süren çarpık yapılaşmadan sonra çözüm diye sunulan yüksek yapılaşmanın vahameti ortadayken benzer rezaletlerin başta tarımsal alanlarımızı ve kıyılarımızı tehdide devam edeceğini düşünmek bile insanın içini daraltmaya yetiyor.

Hızlı ve de şekilsiz yapılaşmanın sonucu şehir içlerinde kalan küçük sanayi siteleri şehri terke zorlanırken, terk edilen yerlerin inşaat sektörüne açılması gündemde. Organize sanayi bölgelerine gayrimenkul yatırım ortaklığı kurma yetkisi veren maddelerin konulmasının başka bir anlamı olabilir mi?

Anlaşılıyor ki ‘eski sanayi' kendisini zeytin ve meralara doğru kaydırıp orada yenilenmeye çalışırken, şehir içinde kalan arsalarını ve arazilerini daha fazla rant için bizi hayattan soğutan gri, soğuk ve ruhsuz gökdelenlerin istilasına sunacak.

Tabii ki en kötüsü ‘sanayiyi geliştirmek ve üretimi artırmak' derdine şehir dışında taşınacak oluşumların bir kez daha maalesef tarımsal alan niteliğini kaybetmemiş verimli yerlere çöreklenecek olması.

Oysa Türkiye'nin son yüzyılında yaşadığı en büyük felaketlerden biri ‘tarımsal alanlarını bugün kentsel dönüşüm gerektiren şekilsiz inşaatlara ve düşük verimli sanayiye hoyratça açması' oldu.

Bugün yapılan yüzyılın yanlışından ‘ders' almamış olmaktan başka bir şey değil sonuçta.

Haydi o zamanlar vizyon dar, güven sıfır, teknolojik imkanlar zayıf, ekonomik güç yerlerde sürünüyordu da tarım alanlarının çarçur edilmesine aldırış edilmedi. Ya bugün?

Hem teknolojik imkanların ulaşılmaz, gidilmez denilen alanları kolayca kullanılabilir alanlara dönüştürebildiği hem de çok şükür o teknolojiyi kullanabilecek zenginliğe ulaştığımız bir zamanda aynı yanlışı yapmanın alemi ne?

Türkiye gibi toprağı bol bir ülkede bugün ihtiyacımız olan sanayisel gelişmeler için gidilecek tek yer gerçekten sadece haklı tepkiler çeken zeytinlikler, meralar ve kıyılar mı?

‘Yeni Türkiye'nin tarımı konusunda oldukça sıkıntılar yaşamış bir ülke olarak hala ‘Eski Türkiye'nin ‘gayri ahlaki' metotlarını kullanıyor olması kabul edilebilir gibi değil.

Zeytinliğin tanımını değiştirerek zeytinlikleri sanayiye veya inşaata açılması...

Tarımla ilgili bir tasarının meclisten geçirilmesi için ilgisiz komisyonlara gönderilmesi…

Bu denli önemli bir yasanın torba kanun içinde sunulması gibi kurnazlıklar ‘Yeni Türkiye'nin de mi yöntemi olmalı?

Zeytinliği dekara ağaç sayısına vurarak tanımlama yanlışlığı en nihayetinde tartışılmaya başlayan ‘trans yağ' tuzağına bile bile yeniden düşmekten başka bir şey değil oysa.

Öte yandan zeytin ile ilgili tasarıya kamuoyunun duyarlılığı her ne kadar önemli olsa da tarımsal arazilerimize ve yeşil alanlarımıza yapılan saldırıları zeytinle sınırlamak büyük yanlış ve eksiklik.

Zeytin, tarım alanlarının katli konusunda yaşadığımız vahametin sadece bir parçası çünkü.

Kuşku yok ki zeytin gerek emsalsiz ürünüyle gerekse varlığını çok uzun sürdürmesi nedeniyle hem insan sağlığı için de hem de ülke ekonomisi için önemli bir ağaç.

Peki ceviz, badem, fındık, kestane önemsiz mi? Ya kayısı, elma, incir, üzüm, kiraz, vişne, nar? İlla ağaçlarımız mı? Ya domates, patlıcan, bamya, salatalık, fasulye, soğan, sarımsak? Ya uçsuz bucaksız ekimleriyle varlığımızı sürdürmemize yardım eden buğday, arpa, çeltik, ayçiçeği, kanola, soya, nohut?

Hayvansal kaynaklarımızı besleyen meralarımız daha mı önemsiz?

Binlerce farklı türü içinde barındıran ağaçlarımızla ve süs bitkilerimizle ormanlarımız daha mı az önemli?

Türkiye, her alanda olduğu gibi tarım ve orman arazileri konusunda da plansız, programsız ve vizyonsuz olmanın derin acılarını çekti.

Birçok önemli ürününe beşiklik yapmış nice paha biçilmez verimli ovalarını, topraklarını çirkin yapılaşmaya ve kârsız sanayileşmelere kurbanı etti.

Torba yasalarının kurnazlığına sıkıştırılan çabalar devam ettikçe de kurban etmelere devam edecek.

Gün gelecek Gemlik'te zeytin, Manisa'da üzüm, Aydın'da incir, Sultanhisar'da çilek, Afyon'da vişne, Malatya'da kayısı, Adana'da karpuz, Hatay'da kavun, Kemalpaşa'da Kiraz, Giresun'da fındık azalıp, yok olacak.

Bu nedenle tek başına ‘zeytinlikleri' değil bütünüyle tarımsal alanlarını ve doğasını koruyup, kollamak olmalı Yeni Türkiye'nin meselesi.

***

Bunları söylerken ‘sanayi olmasın' diyen aklı evvel, verimsiz çevrecilerden olduğumuz anlaşılmasın yok yere.

Söylediğimiz, her bir meyvemizin, sebzemizin, ağacımızın, meramızın, ormanımızın varlığını önemseyen, arazilerimizi rantabl kullandığı kadar doğayla dostluğunu unutmayan sürdürülebilir bir sanayileşme kültürü oluşturmanın gerekliliği.

Sütün, peynirin, balın, hayvancılığın yetiştiği meraları, ormanları, kıyıları, köyleri, parkları hesaba katarak bir şehirleşme sağlandığında sağlıklı ve zengin bir toplum olabileceğimizin akıldan çıkarılmaması.

Bunca zamandır zeytin kadar diğer tüm bitkilerle ahenk içinde olmayan bir betonlaşma ve sanayileşme istemediğimizi yeterince dillendiremediğimiz için soğuk ve ruhsuz yapılara, kirli ve verimsiz sanayilere mahkûm olduk çünkü.