Mustafa Kemâl’in hastalığı, ölümü, cenâzesi 533

“Dîn İnkılâbcısı” Mustafa Kemâl, gençliğe Materyalizmi telkîn ediyordu

Ocak-Şubat 1932'de “Dînî İnkılâb” Seferberliğini başlatan Mustafa Kemâl, lise ders kitabı Tarih I'in bizzât kaleme aldığı “Beşer Tarihine Giriş” bâbında da (1932: 1-24), Farmasonluğun Laiklik umdesine muvâfık olarak, İlhâd akîdesini işliyor ve Müslümanlıkla irtibâtları kesilmiş körpe zihinlere, tek taraflı olarak Materyalizmi telkîn ediyordu. Bu îzâhatında Jean Meslier'ye atfedilen ve hakîkatte D'Holbach'ın têlîfi olan Akl-ı Selîm'in têsîri pek bârizdir. Zâten, “Mutlak Şef”, emsâline az rastlanır cinsden dîn ve Allâh düşmanı olan bu eseri, 1929'da Maârif Vekâletine bastırtarak, onunla da Memlekette İslâm düşmanlığı ve Materyalizmi yaymıya çalışmıştı… (Daha evvel, bu kitap, Meslier ve Dr. Abdullah Cevdet hakkında mufassal mâlûmât verdik. -Yeni Söz, 19.9/7.10.2019, Tef. No 358-376'ya mürâcaât-)

Tarih I'deki İlhâdı

Mustafa Kemâl, Tarih I'deki Ateizm propagandasına, (hilâf-ı hakîkat olarak) Materyalist bir yorumla takdîm ettiği Tekâmül Nazariyesini de âlet ediyordu…

Hiç şüphesiz, onun “Dîn İnkılâbı” siyâsetini, bu kitapta yazdıklarını da dikkate alarak değerlendirmek lâzım gelir:

“İnsan tabîatin mahlûkudur”

“…İnsan tabiatin mahlûkudur. Hayatın büyük kaidesi de tabiate tâbi olmaktır. Tabiatte hiçbir şey yokolmaz ve hiçbir şey yoktan varolmaz. Yalnız tabiati vücude getiren varlıklar, tabiatin kanunları icabı olarak şekillerini değiştirirler. Arzın ve hayatın mütalea ve tetkikinde bu hakikat pek açık görülür.

“Tabîatin fevkınde ve hâricindeki bütün mefhûmlar, uydurma şeylerdir”

“Fakat şunu söyliyelim ki, insanların bütün bilgileri ve inanışları, insanın zekâsı eseridir. Zekâ tabiî olan dimağdan çıkar. Bundan, tabiati anlamakta zekânın, en büyük cevher ve müessir olduğu anlaşıldığı gibi tabiatin fevkinde ve haricindeki bütün mefhumların, insan dimağı için kendi tarafından uydurma şeylerden başka bir şey olmıyacağı meydana çıkar.” (Tarih I 1932: 2)

Tekâmül Nazariyesinin Materyalist yorumu

“Çizdiğimiz hayat zincirinin ilk halkasını sularda bulduk. Hayat sıcak, güneşli, sığ bataklık suda çamur veya kum üzerinde başladı. Oradan açık sulara, denizlere yayıldı. Bu menşe, ilk teşekkül eden denizlerin sahilleri boyunca uzanan göller ve bataklıklar olabilir. […]

“Her halde şunu kabul etmek lâzımdır ki hayat tabiatin haricinden gelmiş değildir, ve tabiatin fevkinde bir amilin eseri de değildir. Hayat tıpkı suyun buhar olması, bazı cisimlerin billûr haline geçmesi, hararet tesirile toprağın ısınması kabilinden zarurî bir tabiat hadisesidir, ve husulü için lâzım olan tabiî sebepler mevcut olduğu zaman kendiliğinden hasıl olmuştur.” (Tarih I 1932: 5)

“-Aslı olmıyan- Ulûhiyet mefhûmu da insan zekâsının bir îcâdıdır”

“İnsanların hayatına taallûk eden her şeyde olduğu gibi dinî meselelerde de bir tekâmül hâdisesi görünür. İptidaî insanda Allah ve din hakkında hiçbir fikir ve kanaat yoktu. Bu kadar umumî ve şümullü telâkkilere, insanın dimağı ancak yavaş yavaş alıştırıldı. Din fikri, insanlar cemiyet hayatına sarahaten atıldığı nispette genişlemiye başlar, vahdet mefhumuna yaklaşır ve nihayet, tabiatin kudret ve azametile daha ziyade anlaşılması kabil, hakikî bir mahiyet alır. Görülüyor ki insanlar cemaat halinde yaşamıya başladıktan sora, diğer içtimaî müesseseler gibi din müessesesini de vücuda getirmişlerdir.

“Ulûhiyet mefhumunu bulan, bu mefhumun sırlarını keşfeden ve bugün dahi keşfetmiye devam eden, insan zekâsıdır.” (Tarih I 1932: 23-24)

“Artık günümüzde Allâh, sînesinde yaşanılan cem'iyettir”

“İnsanların [dîne] bu derunî ve müphem temayülleri haris, zeki, mahir yahut hilekâr birtakım insanların sihirbaz, rahip, hükümdar vaziyetlerini almalarına meydan açtı.

“İnsanların, bugünkü medeniyet tarihine kadar hayatlarının geçtiği yol işte böyle bir yoldur. İnsanların korku ve zâf hisleri, dimağın son ve çok yeni ilmî keşiflerle nurlanması sayesinde gittikçe azaldı. Ve insanlar hakikati bundan sora daha bariz görmiye başladılar. İnsan, benliğindeki kuvveti ve ferdi olduğu cemaatin içtimaî kudretini takdire muvaffak olmıya başladı. Artık onun için her türlü tekâmül, huzur ve emniyet membaı, cemiyettir. [Metin, aslında italik dizilmiştir.]” (Tarih I 1932: 24)

“Dîn İnkılâbcısı” Mustafa Kemâl', “allahlar” tâbiriyle Lâfz-ı Celîl'i tahkîr ediyor

 Mustafa Kemâl'in körpe zihinlere Tarih I'deki Materyalizm telkîni, bütün kitap boyunca, her fırsatta, her vesîleyle devâm ediyor… Bu vesîlelerden biri de, Kadîm Mısır'daki Müşriklik, Teslîs ve Tevhîd hakkındaki îzâhatıdır. Bu îzâhatını, 1930'da basılan Türk Tarihinin Ana Hatları kitabının daktilo edilmiş nüshasını tashîh edip ona ilâveler yaparken kaleme almış, bunlar bilâhare Tarih I'e de dercedilmiştir. Bu tashîh ve ilâvelerin asılları Anıtkabir Kütüphânesinde mahfûz olup fotokopilerini, sahte vatanperver, fanatik Maocu Kemalist Doğu Perinçek, Atatürk; Din ve Laiklik Üzerine isimli kitabında (1997: 115 v.d.) neşretmiştir.

Mezkûr el yazmalarında hemen dikkati çeken husûslardan birincisi, Türkçemizde ve Dînimizde aslâ çokluk olarak kullanılmıyan, mutlak Tevhîd akîdesinin ifâdesi olduğu için kullanılması bizzât kelimenin mânâsına, mantığına mugāyir olan “Allâh” lâfz-ı celîlinin, bu mefhûmu tahkîr kasdiyle, biteviye “allahlar” şeklinde istîmâl edilmesidir. Hâlbuki edebli Ateistler de, haddi aşan böyle bir tâbir yerine, “mâbûdlar, mâbûdeler” veyâ “ilâhlar, ilâheler” diyorlardı… Bu vesîleyle, aynı Yâkūbî Cemâatine mensûb olan 33 dereceli Farmason gazeteci ve komitacı Hüseyin Câhid Yalçın'ın, Anatole France'ın Les Dieux ont soif romanını Allahlar Susamışlardı şeklinde tercüme ederken, bu cesâreti kimden aldığı da anlaşılmış oluyor… (Bu roman, Yalçın'ın Fikir Hareketleri mecmûasının 1 Teşrînievvel 1933 târihli ilk sayısından îtibâren tefrika edildikten sonra 1937'de Remzi Kitabevi tarafından 242 sayfa hacminde bir kitap olarak basılmıştır. -Türkiye'de 1920'li, 30'lu Senelerde Tercüme Faâliyeti isimli kitabımızın  72. sayfasına mürâcaât-)

 

 1

 

Türk Tarihinin Ana Hatları'nın da, bu kitap esâs alınarak hazırlanan dört cildlik lise Tarih kitaplarının da baş müellifi, kendini “Türk Milletinin Büyük Müverrihi”, “Türklerin Büyük Âlimi”, “Güneş Dehâ Sâhibi Büyük Üstâd” şeklinde takdîm eden  Mustafa Kemâl'di… Burada görülen el yazması metinler, cüz'î tâdîlâtla, evvelâ birinci kitaba, müteâkıben ikincilere dercolunmuştur… “Büyük Müverrih”, bunlarda, “Allâh” mefhûmunun doğuşunu Materyalist zâviyeden îzâh ve onu  tahkîr ediyor… Ayrıca, liseli gençlere, Müslümanlıktaki “Âhiret, Mîzân, Cennet, Cehennem” gibi akîdelerin menşêinin Kadîm Mısır Dînleri olduğunu telkîn ediyor… Kemalist Propaganda Vekâleti, 1920'lerden îtibâren, yeni nesillerin beynini bu gibi telkînlerle doldurarak, günümüzde sayıları milyonları bulan geniş bir Materyalist kitle yetiştirmiye muvaffak olmuş bulunuyor…

***